DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK 10 FİKİR

26 Nisan 2008 Cumartesi

TIME dergisi, 21’inci yüzyılda dünyayı değiştirebilecek olayları madde madde yazdı. Eğer bunlar hayata geçirilirse, acımasızca kirlettiğimiz dünya bize yeniden kucak açabilir.
1-Ülkeler dünyanın sorunlarını çözmek için işbirliği yapacak. Bunun için 3 hedef var; çevreyi korumak, doğum oranını azaltmak, yoksulluğu bitirmek.
2-Tüketici kendi kendine hizmet edecek. Örneğin, doktora gitmek yerine ekranda ağrıyan yerimizi işaretleyip gerekli tedaviyi öğrenebileceğiz. Garson kullanmak yerine, ekrandan sipariş verebileceğiz.
3-Filmlerde oyuncular yerine konu önem kazanacak. Artık filmlerin başarısını Brad Pitt ve George Clooney gibi ünlü isimler değil, filmin konusu belirleyecek. Örneğin, animasyon filmler.
4-Eski teröristler topluma kazandırılacak, bunların terörü çözüm için çalışmaları sağlanacak.
5-Küresel ısınmayı için uçuk alternatifler tartışılacak. Dev aynalar kullanarak güneş ışınlarını geri yansıtmak, okyanusları demir bakımından zenginleştirerek daha çok karbondioksit emilimi sağlamak gibi.
6-Hayat yaşlılar için düzenlenecek. Yaşlılar bir yük olarak görülmeyecek, üretim ve ticaret 50 yaş ve üzerindekilere hitap edecek.
7-Doğal kaynakları zengin olan fakir ülkeler zenginleşecek. İstikrarlı para politikaları, serbest ticaret, verimli yatırım sayesinde kaynaklar daha iyi yönetilecek.
8-Kadınlara eğitim ve ekonomik fırsatlar sağlanacak. Yoksul ülkelerde kadınların üretime katılması için mikrokredi uygulaması başlatılacak.
9-Spor dünyayı şekillendirecek. En sıkı takip edilen programlar listesinde spor ve haber programları birinci sıraya oturuyor. Dünyada barışı sağlayabileceğine bile inanılan sporun küreselleşme ve kaynak yaratmada da işe yarayacağı düşünülüyor.
10-Bilim hayatın her alanında hüküm sürecek. Örneğin yemek yapmak gibi basit işler bile bir bilim dalı haline gelecek. Hangi yiyeceğin, hangi ısıda ne kadar pişirilmesi gerektiği gelişen yemek pişirme aletleri teknolojisi ve bilim sayesinde kesin olarak belirlenecek.

Kobi'lere Destek İçin Tüm Bankalar Devrede


KOBİ'lere sağladığı kredi faiz desteği ile ilgili artık tüm bankalarla anlaşma yapabilecek.
Bakanlar Kurulu'nun ''Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmelerinin Geliştirilmesi ve Desteklenmesi Amacıyla KOSGEB Tarafından Uygun Koşullarda Finansal Destek Sağlanması Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar'', Resmi Gazetenin bugünkü sayısında yayımlanarak, yürürlüğe girdi.
Uygulama kapsamında, KOSGEB, bankaların KOBİ'lere kullandırdığı kredinin faiz giderlerinin bir kısmını karşılıyor. KOSGEB desteği niteliğindeki tutar, Başkanlık ile banka arasında yapılan protokol ile belirleniyor.
Yeni düzenleme ile Halk Bankası, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası ile yürütülen sürecin kapsamı, ''Türkiye'de yerleşik bulunan yerli ve yabancı bankalar'' şeklinde genişletildi.
Kredi faiz desteğinin üst limiti de yükseltildi. Buna göre, yatırım, işletme sermayesi ve ihracat kredilerinin faizi için KOSGEB tarafından sağlanacak kredi faiz desteğinin üst limiti, esas ve usulleri KOSGEB'ce belirlenerek uygulanacak her bir destek programı kapsamında işletme başına 300 bin YTL'yi geçemeyecek.
Kredi vadesi için üst limit de 24 aydan 48 aya çıkarıldı.
Düzenlemeye göre, KOBİ'lere sağlanacak kredi faiz desteğine ilişkin başvuru, değerlendirme ve faiz desteğinden faydalanma koşulları ile iş ve işlem akışı KOSGEB ve bankalar ile yapılacak protokollerle belirlenecek.

İş dünyasına 'ağ' attı yılın girişimcisi oldu

Garanti Bankası ve Ekonomist dergisi işbirliğiyle bu yıl ikincisi düzenlenen "Türkiye'nin Kadın Girişimcisi" yarışmasını, Emel Balık ve Balık Ağı şirketinin kurucusu Emel Aksoy kazandı. 17 yaşında annesine yardım etmek amacıyla ağ örmeye başlayan Aksoy'un, erkek egemen bir alanda kadın ağırlıklı istihdam sağlaması ve Türkiye'deki 5 ağ fabrikasından 2'sine sahip olması ödülü kazanmasında etkili oldu. Avrupa Birliği'nin inovasyon projelerinde de yer alan Aksoy, balıkçılığın memleketi Norveç ve Hollanda'ya bile ihracat yapıyor.
Aksoy, Hyatt Otel'de perşembe akşamı düzenlenen törende birincilik plaketini ve 20 bin YTL değerindeki ödülünü Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun elinden aldı. Elmacıoğlu Tekstil Mobilya Sanayi Ticaret AŞ kurucusu Selma Elmacıoğlu ikincilik, Sit-Dizayn Mobilya Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi'nin kurucusu Öznur Uysal da üçüncülük ödülüne layık görüldü. Palmet Halı Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi'nin kurucusu Esma Kıvrak'a ise Sosyal Girişimcilik Ödülü verildi.

58 milyon YTL destek
Ödül töreninde konuşan Bakan Çubukçu, kadınların işgücü ve istihdama katılım düşüklüğünün temel sorunlardan biri olduğunu, kadınların işgücü piyasasında daha dezavantajlı ve ikincil sırada bulunduğunu kaydetti. Kadın istihdamının düşüklüğünün, hukuki olmaktan çok sosyal yönü bulunduğunu dile getiren Çubukçu, "Türkiye'de kadınların emek yoğun sektörlerde istihdama katılımı süregelen bir sorundur. Kadınların farklı istihdam alanına kaymaları açısından kendi işlerini kurmaları bu noktada çok önemli" diye konuştu. Çubukçu, 2007-2013 yıllarını kapsayan 9. Kalkınma Planı'nda kadın girişimcilere özel bir yer ayrıldığını da ifade etti. Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere de yarışmaya bu yıl 53 ilden 806 başvuru geldiğini belirtti.
Karadere konuşmasında, Garanti Bankası'nın Kadın Girişimciler Destek Paketi kapsamında, bugüne kadar 2303 kadın girişimciye 58 milyon YTL tutarında kredi kullandırdığına da dikkat çekti.

Girişimci kadınlar ortaklık teklifi alıyor
Bu yılın girişimci kadını Emel Balık ve Balık Ağı Limited Şirketi'nin kurucusu Emel Aksoy Gündemir, 17 yaşında ailesine yardım amacıyla ağ örerek başladığı balıkçılık sektöründe 1995'te talebi karşılayamadığı için Japonya'dan özel makineler getirterek, seri ağ üretimine geçti. Yarışmada ikinci olan Selma Elmacıoğlu da mobilyacılık sektöründe dolgu malzemesi olarak kullanılmak üzere daha kaliteli ve ekonomik olan keçe ve vatka üreterek kendi markasını yarattı. Ortadoğu ülkelerinden ortaklık teklifi alan ilk kadın yatırımcı olduğu belirtilen Elmacıoğlu, 2007'de 30 ülkeye 2 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Uysal'ın Çin'de 2 fabrikası var
Üçüncülük ödülünün sahibi Öznur Uysal da deri ve kumaş oturma grubu tasarımının yanı sıra yatlara döşeme yaparak kendi markasını yarattı. 15 yıldır Hollanda, Belçika, Almanya, İngiltere ve İran'a ihracat yapan Uysal'ın, Çin'de iki fabrikayla iş ortaklığı bulunuyor.
Sosyal Girişimcilik Ödülü'nün sahibi Esma Kıvrak ise Uşak halıcılığını tekrar faaliyete geçirmek için çalışmalara başladı. Pek çok kamu kurumu ve özel kuruluşa el halısı üretti. Sosyal sorumluluk bilinciyle binden fazla kadının eğitim gördüğü el dokuma kursları açtı. 2002'de yurtdışına açılan Kıvrak, ABD ve 7 Avrupa ülkesine ihracat yapıyor.

Kendi Markalarını Yarattılar Şirketlere Boğuşuyolar


Turşu, zeytinyağı ve şarap gibi ürünlerde kendi markalarını yaratan köylüler dünyaya açılırken, sanayicileri de şehirlerden köylere çekmeye başladı. Bursa'nın Gedelek köyü 50 milyon YTL'lik bir ekonomiyle başı çekiyor.

Bir zamanlar devletten iş ve aş talebiyle yollara dökülen köyler, kabuk değiştirdi. Birer girişimcilik örneği vererek katma değer projeleri geliştiren köylüler, hem 10 milyonlarca dolarlık gelir sağlıyor, hem de birçok şirketin başaramadığını yaparak kendi markalarını yaratıyor. Köylerin gelir yaratmaya yönelik yaratıcılıkları ise şirketleri bile kıskandırıyor. Hammadde ve depolamadaki kayıpları minumuma indiren, verimliliği artıran, büyük şehirlerden yatırımcıları köye çekmeyi başaran birkaç bin nüfuslu köyler, artık İsrail, İran, Irak, Suriye'den Almanya, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupa Birliği (AB) ülkelerine kadar onlarca ülkeye ihracat yapıyor.
Sağlanan başarıyla sadece milyon dolarlık gelirler elde edilmiyor; ambalaj fabrikası gibi yeni yatırımlar da köye çekilip ek istihdam kapıları açılıyor.
Kendi ekonomilerini yaratan köylerde köylülerin sosyo-ekonomik yapısı da bu değişime kayıtsız kalmıyor. Bir zamanlar su için çeşmenin yolunu tutan köy evlerinin her birinde bugün TV, bulaşık ve çamaşır makinesi ile donanırken kapılarında da arabalar park etmiş vaziyette.

Gedelek'te 50 milyon YTL'lik ekonomi
Bursa Orhangazi'ye bağlı Gedelek köyünün kaderi 1929'da köye getirilen salatalık tohumuyla değişir.
Turşu için salatalık üretmek üzere verimli olduğunu düşündüğü Gedelek köyüne yatırıma gelen girişimci Rıfat Minare, köylülerin de girişimcilik ruhunu ateşliyor.
Minare, tohumları dağıttığı köylülerin ürettiği salatalıkları alarak turşu yapar ve lüks oteller ile restoranlara satar. Minare'nin ürettiği turşuların gördüğü ilgi Gedeleklileri harekete geçirir. "Sadece salatalık üretmek olmaz, turşuyu yapabiliriz" diyen köylüler Minare'nin tuşu formülünü şu andaki köyün muhtarının babası sayesinde ele geçirir. Muhtar Osman Trak, o yılları şöyle anlatıyor:
"Turşuluk sebzeler Rıfat Minare'ye gittikten sonra, kendisi turşu yapıp Türkiye'deki lüks otellere pazarlıyordu. 1948'de babam Minare'nin turşu üretimhanesinde 2 yıl ustabaşı olarak çalıştı. Turşu nasıl yapılır öğrendikten sonra da ayrılıp 1950'da kendi işini kurdu. Babam diğer köylülere de turşunun yapılışını öğretti. Tüm köylülerin bu işi sahiplenmesi ile Gedelek turşuda ünü yurtdışına kadar taşan bir marka oldu."
Halen 50'nin üzerinde turşu imalathanesinin bulunduğu Gedelek'te yılda 200 bin ton turşu üretiliyor. Köy entegre üretim yapan bir turşu fabrikası gibi... Turşu üretime geçerek toprağı ekip biçme işini terk eden köylüler, artık çevre köylere üretim yaptırır duruma geldi.

10 bin kişiye gelir kapısı
Orhangazi'nin 20 köyü ve 5 beldesi Gedeleklekliler için turşuluk biber, erik ve salatalık üretiyor. Çanakkale ve Biga'nın bir çok köyünden ise acı biber alımı yapıyorlar. Balıkesir'in çeşitli köyleri ile Ödemiş, Afyon ve Trakya bölgesi de Gedelek köyünün salatalık ihtiyacını karşılıyor. Köyün turşu üretimi ürün alımı yaptığı köylerde dahil olmak üzere, 10 bin kişinin gelir kapısı.
Muhtar Trak, "Civar bölgeler dahil, imalat esnasında 2 bin kişi çalışıyor. Buna nakliyecileri, ambalajcıları ve sebze üretimi yapan çiftçiyi de eklediğimizde 10 bin kişinin bu sektörden para kazandığı ortaya çıkıyor. Köyün turşuculukla yarattığı ekonominin büyüklüğü ise yılda yaklaşık 50 milyon YTL" diyor. Trak, üretimin yüzde 80'inin iç pazara, yüzde 20'sinin ise ihracata gittiğini söylüyor. Trak, girişimcilik ruhunun yanı sıra, bugün gelinen noktada Gedelek'in sahip olduğu su pınarının da büyük bir etkisi olduğu inancında: "Bizim pınarımız çok özel. Bu yüzden Gedelek turşuları hep kıtır kıtır olur. Çok şanslıyız. Bu bize Allah'ın bir lütfudur."
Kendi bahçesinde yetiştirdiği sebzelerden turşu üretimi yapan Gedelekli İbrahim Aygün ise turşu üretiminin kuşaktan kuşağa aktarıldığını söylüyor.

Sanayiciyi bile köye çektiler
Köylüler sadece çevredeki yerleşim yerlerinin ekonomisini canlandırmakla kalmamış, köye yatırım da çekmeyi başarmış. Gedelek köyünde üretilen turşular için 2 ambalaj fabrikası kurulmuş. Gedelek turşuda marka olunca bunu değerlendirmek isteyen büyük sanayiciler de köyün yolunu tutmuş. Yılda 5 bin ton salatalık turşusu üreten Zeytursan, buradan Almanya, Fransa, Ortadoğu ülkeleri, İran, İsrail ve Yunanistan'a ihracat yapıyor.
Gedelek köyünde üretim tesislerini 1983'te kurduklarını belirten Zeytursan Yönetim kurulu Başkanı Turgay Tüfekçioğlu, yıllık üretimlerinin yarısını ihraç ettiklerini söylüyor. Tüfekçioğlu, yıllık cirolarının 14 milyon dolar olduğunu belirtiyor.
Mustafa İnal da Gedelek'in ününü duyup yatırıma gelenlerler iş adamlarından. "1957'de yılında Üsküdar'da mahalle arasında bir turşucu dükkanım vardı. Üretimide orada yapıyordum. Gedelek'in suyunun turşu yapımına çok elverişli olduğunu duyunca buranın yolunu tuttum" diyen Ünallar Turşu'nun sahibi Mustafa İnal, yılda bin tonun üzerinde üretim yaptıklarını ve tamamını iç piyasaya sattıklarını söylüyor.

Şirket davranışıyla Gödence'yi marka yaptılar
Kendi ekonomisini yaratıp marka olan köylerden biri de İzmir'in Seferihisar ilçesine bağlı Gödence... 120 haneli 330 nüfuslu köy ürettiği özellikle ürettiği zeytinyağı, sofralık zeytinler ile ünlü. Ama ürettiği şarap, badem, kuru üzüm, bal ve tarhana da büyük talep görüyor. Ürünlerini "Gödence" markasıyla pazarlayan Gödence köylüleri, müşterinin ayağına bile gitmiyor. Aksine müşteri onların ayağına geliyor.
Gödence Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Çağatay Özcan Kokulu, "Zeytini işleyebilmek için yola çıktık. Diğer üreticilerden bir farkımızın olabilmesi için de 1993'de köyümüzün ismi Gödence'yi de markamız olarak belirledik. Gödence zeytinyağı markasıyla iç ve dış pazara hitap etmeye başladık. Özellikle hammadde ve depolama üzerindeki kayıpları minimuma indirgeyerek ürünlerimizi pazarda daha da öne çıkarmayı başandık. Markanın tam anlamıyla oturması ise tam 10 yıl uğraştık. İzmir'de kendi ismi ile marka olan tek köyüz" diyor.
Bölgenin zengin su havzalarına sahip olduğunu ve sanayi yerine tarımsal üretimin geliştiğini belirten Kokulu, rekoltenin yüksek olduğu dönemlerde köyde yılda yaklaşık 800 ton zeytinyağı üretildiğini kaydediyor. Kokulu, "Zeytinyağının kilosunu 4 YTL'den satıyoruz. 2007'de ürün çok azdı. Ancak 160 ton zeytinyağı üretebildik. Hepsini sattık ve 640 bin YTL gelir elde ettik. Gödence markası Gümüşhane'den Finlandiya'ya kadar tanınır hale geldi. Tıpkı bir şirket gibi çalışarak bugünlere geldik" diyor. Müşterilerden gelen talepleri iyi bir şekilde değerlendirdiklerini, iletişimi iyi kurduklarını vurgulayan Kokulu, "Herkesin kendisine ait arabası, evinde çamaşır ve bulaşık makinesi var" diye konuşuyor.

Bademli yılda 10 milyon YTL'lik fidan satıyor
İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı Bademli köyü ise fidancılıkta aranılan bir marka olmayı başardı. Bademli köylülerin üretimlerini 71 yıllık Bademli Köyü Kooperatif'ine çatısı altında yapıyor. Ama Bademli köyünün marka olması 1997 yılına dayanıyor.
Bünyesinde Bademli Fidancılık ve Potomia Fidancılık isimli iki şirket bulunan kooperatif üç konuda çalışmalar yapıyor: Fidan üretimi, zeytin ve zeytinyağı üretimi, hijyenik süt toplama merkezleri.
Bademli Köyü Kooperatif Başkanı Mehmet Selçuk Bilgi, özellikle fidan üretiminde çok tercih edilen bir marka olduklarına dikkat çekiyor. Lübnan, Irak, İran, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerine, Azerbeycan, Özbekistan'a ihracat yaptıklarını belirten Bilgi, "Her çeşit meyvenin Tarım Bakanlığı'ndan sertifikalı ve kontrollu fidanını üretiyoruz. Ağırlıklı ihracat elma, armut, kayısı fidanları. Bademli'de yılda 8 ila 10 milyon adet fidan üretimi yapılıyor. Fidancılıktan elde ettiğimiz toplam ciromuz yıllık 10 milyon YTL. Civar köylerden her gün 500-600 kişiye isdihdam sağlıyoruz" diyor. Bilgi, ayrıca kooperatife bağlı olak çalışan işçi, ziraat mühendisi ve veterinerleri bulunduğun da belirterek, "Kooperatif ve markalaşma sürece köyümüze çok şey kazandırdı. Köylüler artık modern tarım yapar hale geldi. Bizde onları yeni yatırımlara özendirir olduk" diye konuşuyor.

Şirince'nin turizm geliri 1 milyon YTL
Kuşadası ve Efes'e yakın eski bir Ortodoks köyü olan Şirince, şarap üretimi ve turizmdeki başarılarıyla dikkat çekiyor. Üzüm bağları, şeftali bahçeleri ve zeytinliklerle çevrili bir yamaçta yer alan Şirince, son 20 yıldır marka olma yolunda mücadele veriyor.
Tıpkı Gedelekli köyünde olduğu gibi Şirincelileri de ateşleyen köye dışarıdan gelen yatırımcılar olmuş. 20 yıl önce köye turizm yatırımı için gelen yatırımcıları gören köylüler "Biz niye bu işleri yapmıyoruz" diyerek biraraya geliyor ve Şirince'nin tarihine yeni bir yön veriyor.
Turizmden sonra köylüler kendi şaraplarını yapmaya başlıyor. Ev yapımı şarapların da ünü kısa sürede yayılıyor. "Turizm geliştikçe adımız duyuldu, adımız duyuldukça markamız yükseldi" diyen Şirince Köyü Muhtarı Levent Apak, ürettikleri ev tipi şaraba talep giderek artınca işi büyüttüklerini ve 1999'da köyde yıllık üretim kapasitesi 1 milyon ton olan bir şarap fabrikası kurduklarını anlatıyor. Fabrikada geçilen üretim şarapta marka olmanın da yolunu açmış. Ürettiği şarapları Artemis markası ile piyasaya süren Şirince, Türkiye geneline bayilik bile verir hale geldi. Apak, 20'si Şirince'de olmak üzere Türkiye genelinde 50 Artemis şarap bayisine ulaştıklarını belirtiyor. İyi bir sezonda turizmden elde ettikleri gelirin 1 milyon YTL'nin üzerinde olduğunu söyleyen Apak, turizm ve şarapçılık yaparken çiftçiliği bir kenara bırakmadıklarına vurgu yapıyor. Apak, "Marka olduk ama şeftali, üzüm, incir gibi yöresel üretimlerimize de tam gaz devam ediyoruz. Bunları da İstanbul, Ankara, Antalya, Bodrum gibi pazarlara gönderiyoruz" diyor.
referans

İnovasyon Merkezi : Türkiye

25 Nisan 2008 Cuma


Microsoft, Türkiye’de inovasyon merkezi kuruyor

Microsoft, Türkiye’de yazılım geliştirmek isteyenlerle yazılım ihtiyacı olanları buluşturmak ve ihraç edilebilecek standartta yazılım geliştirmek için inovasyon merkezi kurma kararı aldı.
2008’in sonbaharında Ankara’da bir üniversite işbirliği ile kurulacak Microsoft Innovation Center’da (MIC), Türk yazılımcıları para ödemeden dünyaya satılabilecek nitelikte yazılım geliştirebilecek.
DÜNYANIN en büyük yazılım şirketi ABD’li Microsoft, Türkiye’ye inovasyon merkezi kurma kararı aldı. Microsoft Innovation Center (MIC) Türkiye adıyla Ankara’da kurulacak olan merkez, yazılım geliştirmek isteyenler ile, yazılım ihtiyacı olanları buluşturmayı ve yazılım ihracatı yapmayı hedefliyor. Microsoft’un Türkiye ile ilgili bu yatırım kararı, bugün Forum İstanbul’a konuşmacı olarak katılacak olan Microsoft EMEA Başkan Yardımcısı Ali Faramawy tarafından duyurulacak.
E-DEVLET YAVAŞLADI: Uzunca bir zamandır Türkiye’de elektronik devlet (e-devlet) uygulamalarında bir yavaşlama gördüklerini belirten Microsoft Türkiye Genel Müdürü Çağlayan Arkan, "Bu yavaşlamanın en önemli nedeni, hem hizmet veren, hem de hizmet alan açısından teknolojinin nasıl fayda sağlayacağı ve nasıl bir etki yaratacağının net olarak görülmüyor olmasıydı. Bu nedenle, iş ortaklarımız ile birlikte teknolojinin neleri etkileyeceğini, nasıl faydalar sağlayacağını tüm taraflara gösterecek bir yatırım yapma kararı aldık. Microsoft İnovasyon Merkezi’nde araştırma ve uygulama olmak üzere iki bölüm bulunacak. Bizim burada temel hedefimiz yerel yazılım ekonomisini canlandırmak ve Türkiye’nin ihracat potansiyelini değerlendirmek" dedi.
YARIM SAATTE İKNA ETTİM: Türkiye’de bir inovasyon merkezi kurmak için uzun zamandır çalıştıklarını belirten Çağlayan Arkan, Microsoft merkezini Türkiye’deki bu yatırıma yarım saat içinde ikna ettiğini söyledi. Bu yatırımın Ankara’da ve bir üniversite ile işbirliği içinde yapılacağını belirten Çağlayan Arkan, halen 2 üniversite ile görüştüklerini ve yakın zaman içinde hangi üniversite ile bu yatırımın gerçekleştirileceğinin netleşeceğini belirtti. Çağlayan Arkan, "Burada bir hedefimiz de bütün bunlar yapılırken özel sektör-üniversite işbirliğini de artırmak. Burada araştırma görevlisi ve öğrenciyi de işin içine çekmek" dedi.
ÖNCELİK 3 KONUDA: Microsoft İnovasyon Merkezi’nde yazılım projesi olanlar Microsoft’un sağlayacağı teknoloji altyapısı ve donanımları kullanarak yazılımları farklı platformlarda test edebilecek. Çağlayan Arkan, başlangıç olarak eğitim, sağlık ve yerel yönetimler konularında geliştirme yapmaya öncelik vereceklerini belirtti. Arkan şöyle konuştu: "Yapı olarak da ya kamu kurumunun, ya partnerin bize geldiği, kamu kurumuysa ’benim bu konuda bir ihtiyacım var’ dediği, bir partner ise ’benim bu konuda bir bilgim, çözümüm var’ dediği bir senaryodan bahsediyoruz. Biz bu konuda zaten bütün dünyada ve Türkiye’de belirli uzmanlıklara ve uzmanlara sahibiz. Burada önemli olan başvuru sahibinin know-how’u ve biz de de bunun karşılığı olan uzmanlık olması. Bu, fikri olanın Microsoft know-how’ına ve dünya standartlarına kolay ulaşmasını sağlayacak bir proje."
İsteyen sadece yazılım testi için de gelebilecek
MICROSOFT İnovasyon Merkezi, sadece Microsoft teknolojileri ile ve merkezde geliştirilecek yazılımlara hizmet etmeyecek. Herhangi bir platformda yazılım geliştirenler, bu yazılımlarının testini Microsoft’un inovasyon merkezinde gerçekleştirebilecek.
Öğrenciyi okulda işin içine çekeceğiz
MICROSOFT İnovasyon Merkezi’nin bir üniversite işbirliğinde hizmet vermesinin önemli olduğunu belirten Çağlayan Arkan, şöyle konuştu: "Bugün üniversite müfredatları bize göre tam arzulanan noktada değil. Üniversiteden mezun olan insan, iş hayatında hemen verimli çalışmaya başlayamıyor. Uzunca bir eğitim görmesi gerekiyor. Bu noktada öğrencinin okul hayatı içinde işin içine çekilmesi bizim önemsediğimiz bir konuydu. Üniversiteyi iş hayatının ve bizim tempomuzun içine çekmek istiyoruz. "
İlk çalışma Harvard uzmanlarından
MICROSOFT’un Ankara’da kuracağı Microsoft İnovasyon Merkezi’nin ilk uluslararası konukları Harvard uzmanları olacak. Özellikle e-devlet dönüşümü konusundaki çalışmaları ile tanınan Harvard uzmanları, Türkiye’de bilgi teknolojileri kullanıcıları ve üreticilerine e-dönüşümün vizyonununu anlatacaklar. Harvard uzmanları, e-devlet dönüşümün bir teknolojik dönüşümden çok anlayış değişimi olduğu vurgusunu yapacaklar. Çağlayan Arkan, "Devletin çalışma biçimini değiştirebilmesi için teknolojiden ziyade bütün bir yaklaşım farklılığı olmalı. Burada işin değişim boyutu önemli. Bu nedenle, bu işi çok iyi bilen ve konuya bilimsel yaklaşan bir tarafla başlamayı arzu ediyoruz" dedi.
Dünyada ’oyun kuluçka merkezli’ ilk inovasyon merkezi olacak
ANKARA’da kurulacak Microsoft İnovasyon Merkezi, dünyada içinde ’oyun kuluçka merkezi’ olan ilk Microsoft İnovasyon Merkezi olacak. Oyun kuluçka merkezi, Microsoft’un başta Visual Studio içindeki XNA adlı oyun geliştirme teknolojisi ve altyapısı ile oyun geliştirmek isteyen Türk bilgisayar yazılımcılarına destek verecek. Microsoft uzmanları oyun geliştirmek isteyenlere teknolojiyi öğretecek ve yol gösterecek. Böylece, Türk bilgisayar yazılımcıları dünya pazarına açılma şansı bulacak.
Sorunlar aynı, buradaki yazılım dünyaya da satılır
TÜRKİYE ile dünyanın bilgi teknolojileri alanında yaşadığı sorunların birbirine çok benzer olduğunu bu nedenle de Türkiye’de geliştirilen çözümlerin dünyada satılabileceğini belirten Çağlayan Arkan, yazılımların doğru çerçeve, doğru metodoloji, doğru proje yönetimi ile ve doğru bilgi güvenliği yaklaşımı ile üretilmesinin önemine dikkat çekti. Arkan, "Türkiye’de kuracağımız Microsoft İnovasyon Merkezi’nde üretilen yazılımların Microsoft desteği ile dünya pazarlarında da yeri olacağını düşünüyoruz" dedi.

Farklı Bir Sektör : Diyet Lifi Üretimi

22 Nisan 2008 Salı

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunu şişmanlık. Aşırı kiloların yol açtığı ve tıp dilinde "obezite" olarak adlandırılan şişmanlığın dramatik biçimde arttığı ülkelerin başında Amerika geliyor. Halen 70 milyon obez hastanın yaşadığı Amerika’da, bir o kadar da şişmanlığa meyilli nüfus var. Ne yazık ki ülkemizde de benzer bir eğilim mevcut. Sayılar henüz yüksek değil; ancak tehlike sinyalleri giderek artıyor.
Birçok soruna yol açan şişmanlığın en büyük riski, kalitesiz bir yaşamla birlikte kalp damar hastalıkları ve diyabet için tetikleyici rol oynaması. Sağlık Bakanlığı’nca yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de erkeklerin yüzde 21.2’si obez sayılabilecek düzeyde şişman. Bu oran kadınlarda yüzde 41.5 seviyesinde ve tehlike sınırı aşılmış durumda. Türkiye’de düzenli fiziksel aktivite yapan kişi sayısı yok denecek kadar az; sadece yüzde 3.5.
Nüfusun geriye kalan yüzde 96.5’i fiziksel aktiviteden yoksun. Başta düzensiz beslenme olınak üzere; ofis yaşamı ve televizyon başında geçirilen saatler şişmanlığı artırıyor. Orta yaş grubunda hareketsiz erkeklerin (özellikle de ofis ortamında çalışanların) kalp damar hastalıklarından ölüm riski diğerlerine göre tam 11 kat daha fazla. Diğer taraftan "tip II" diyabet hastalarının yüzde 80’i oldukça şişman bir vücuda sahip. Kısacası Türkiye, yanlış beslenme ve hareketsiz bir yaşam sonucu bir sağlık felaketine doğru gidiyor.
Şişmanlığa Karşı Önlem
Obeziteye yol açan olaylar zincirinin başında doğal liflerden arındırılmış endüstriyel gıdalar var. Market raflarından aldığınız ürünlerin çoğu (ekmek dahil) "metabolik sendrom" olarak adlandırılan sürecin tetikleyicisi. Doğal besin ve ağırlıklı olarak taze ürünle beslenmeye alışmış insanımızda hızlı kent yaşamıyla birlikte metabolizma yavaşlıyor ve şişmanlık başlıyor. Bu süreç kırsal kesimdeki kadınlarda da var. Bu ulusal tehlikenin çaresi ise unlu gıdalardan et ürünlerine kadar tüm gıda mamullerine somadan doğal lif eklemek.
Süreç, başta Amerika olmak üzere bazı batı ülkelerinde uygulamaya konmuş vaziyette. Bunun yakın bir gelecekte bizde de devreye gireceğini söylemek mümkün. Çünkü 2030 yılında şişman sayısı ülkemizde tam iki kat artacak!
Doğal Lif Nedir?
Doğal lifler birçok besinin içinde bulunan ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayan maddeler. Kan yağlarını ve kan şekerini dengeliyor; metabolizmayı düzenliyor ve kabızlığı önlüyor. Doğada en çok meyve, sebze, tahıl ve baklagiller doğal lif içeriyor.
Doğal lifler genel olarak çözünebilen ve çözünmeyen olarak ikiye ayrılıyor. Bağırsakta çözünenler yağ ve şeker metabolizması üzerinde etkiliyken; çözünmeyenler bağırsaklar üzerinde etki gösteriyorlar. Doğal lif1erin bir kısmı bağırsakta bulunan bakterilerin de besin kaynağı ve bunlar yararlı bakteri sayısını artırarak bağırsak florasım normal düzeyde tutuyor. Günümüzde 30 gram kadar lif alınması sağlıklı yaşam için neredeyse bir zorunluluk artık.
Geleceğin İşi İçin Öneriler
Yakın gelecekte lifli besin katkıları ve diyet ürünleri ayrı bir endüstri halini alacak gibi görünüyor. Bu konuya dikkatle eğilenlerin daha şimdiden kazançlı çıkacağı söylenebilir. Yatırım için iki yol var: ilki doğal lifleri üreten bitkileri yetiştirmek suretiyle lif katkı maddelerinin üretim ve ticaretini yapmak... Et, süt, şekerleme gibi endüstriyel gıda üreticileri bu maddelerin tüketicisi. Zamanla bu tüketim daha da artacak.
Bu yolu tercih edenlerin bir marka yaratmaları ve ara madde olarak sanayiye sundukları ürünlerini tescil ettirmeleri yeterli. Bu alanda büyük ihraç şansı da bulunuyor. İkinci öneri ise doğal liflerle zenginleştirilmiş diyet ürünlerini imal ederek piyasaya sürmek. Bu konuda ekmekten yoğurda kadar binlerce mamulün yaratılması mümkün...
Diyette Lif Tüketimi Artacak
Konuya olan duyarlılığınızı sağlamak için özellikle günümüzde popülarite kazanmış ve tüketimi hızla artan birkaç çeşit doğal lif üzerinde araştırma yapmanızı önermek isterim. Bunlardan bitkisel kökenlilerin çoğu ithal ediliyor ve maliyetleri de oldukça yüksek. Oysa iklimimize uyan çeşitlerin tarımıyla başlayacak süreçte lif üretiminin sektörel bir güce dönüşmesi mümkün. Doğal lifler içinde dışkılama içeriğini 6 kata kadar artıranları var. Ortak noktaları bağırsakları düzenli çalıştırarak metabolik faaliyetleri dengelemeleri. Lif dünyasıyla ilgili özellikler tüketiciye iyi anlatılabilirse bugün niş pazar halinde başlayan faaliyetin ileride bir endüstriye dönüşmesi mümkün.
Kaynak: Para Dergisi
kobifinans

Yeni Sosyal Güvenlik Reformu ile bir gecede çok şey değişecek.


Yeni Sosyal Güvenlik Reformu ile bir gecede çok şey değişecek. Bunlardan ikisi, yeni sigortalı olacakları ilgilendiriyor.
Örneğin 30 Nisan 2008 Çarşamba gecesi yatağa girenler, sabah uyandıklarında, kendilerini veya yakınlarını ilgilendiren, bir önemli olayla karşılaşacaklar.
EMEKLİ AYLIĞI YÜZDE 20 FARK EDECEK
1) 30 Nisan 2008 Çarşamba Günü Sigortalı Olanlar:
Yıllar sonra emekli olurken, yüzde 20 fazla emekli aylığı alacaklar.
Örneğin; 25 yıl prim ödemesi halinde, yüzde 60 oranında emekli aylığı bağlanacak.
2) 1 Mayıs 2008’de Sigortalı Olanlar:
Örneğin 25 yıl prim ödemişlerse, yüzde 50 oranında emekli aylığı bağlanacak.
Burada, yüzde 50 yerine yüzde 60 oranı üzerinden aylık bağlanması, 50’ye göre, yüzde 20 fazla aylık bağlanacağı anlamına geliyor.
EMEKLİ AYLIĞI KESİLECEK
30 Eylül 2008 gecesi yatağa girenler, sabah uyandıklarında kendilerini veya yakınlarını ilgilendiren bir başka önemli olayla karşılaşacaklar.
1) 30 Eylül 2008 Günü Sigortalı Olanlar:
Yıllar sonra emekli olduklarında, başka bir işte çalıştıkları zaman, emekli aylıkları kesilmeyecek. Emekli aylıklarının yüzde 15’i oranında "Sosyal Güvenlik Destek Primi" ödeyecek.
2) 1 Ekim 2008’de Sigortalı Olanlar:
Yıllar sonra emekli olduklarında, tekrar herhangi bir işte çalışırlarsa (milletvekilleri hariç), emekli aylıkları kesilecek.
Milletvekillerinin emekli aylığı, Anayasa’da bu konuda yer alan "özel bir hüküm" nedeniyle kesilemiyor (Bkz. Anayasa Md. 86/2).
Askerlik borçlanması için acele edin
YENİ yasa, askerlik borçlanması nedeniyle yapılacak ödemeyi artırıyor. Yeni yasa yürürlüğe girince, askerlik borçlanması; günlük asgari ücret ile günlük asgari ücretin 6,5 katı arasında olmak üzere, sigortalının kendisinin belirleyeceği günlük kazancın yüzde 32’sinin, borçlanılacak gün sayısı ile çarpılması suretiyle hesaplanacak.
Yeni yasa yürürlüğe girmeden askerlik borçlanması yapılması halinde, mevcut asgari ücretin günlük brüt tutarının (20.28 YTL’nin) yüzde 20’si esas alınıp, borçlanma gün sayısı ile çarpılmak suretiyle, ödenecek tutar hesaplanıyor.
Buna göre; 540 gün borçlanacak birisi;
- Yasa yürürlüğe girmeden önce, 2 bin 190 YTL
- Yasa yürürlüğe girince 3 bin 504 YTL ödeyecek.
Bordrodaki ücret emeklilikte önemli
YENİ sistemde, emekli aylığı; üzerinden prim ödenen kazanç tutarı ne kadar yüksek ise, o kadar yüksek olacak. Yeni sistem yüksek emekli aylığı için; uzun süre prim ödemeyi ve yüksek kazanç bildirmeyi teşvik ediyor.
Bu aşamada, özellikle işçi statüsünde çalışanların, yeni dönemde kendilerine yapılan tüm ödemelerin ücret bordrosunda gösterilip gösterilmediğini kontrol etmelerinde yarar var.
Yeni düzenlemenin, asgari ücret üzerinden bildirimde bulunup, daha yüksek ücret ödenmesini, bir ölçüde engellemesi bekleniyor.
ÜCRETLER BANKAYA
Yeni yasanın yürürlüğe girmesi ile birlikte, işçilere yapılan tüm ödemelerin, banka hesaplarına yatırılması zorunluluğu getirmeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı’ndan sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkili olacak.
Bu düzenleme ile işverenlerin düşük ücret bildirimi ve kayıtdışı istihdamın önlenmesi amaçlanıyor. Ancak yasa dışında önlem alınmazsa sözgelimi etkin bir denetim yapılmazsa, kayıtdışı ödemelerin yine nakit olarak yapılmasının, kısa dönemde önlenmesi çok zor olacak.
GERÇEK DIŞI BORDROYA 3 YILA KADAR HAPİS
İşverenlerin, işçilere yaptıkları ücret ödemesini, bordroda gerçek tutarın altında göstermeleri "muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlenmesi" olarak kabul edilecek. Bu durumda;
1- Gerçek ücret ile bildirilen ücret arasındaki farkın; gelir vergisi, damga vergisi ve sigorta primi işverenden, cezası ile birlikte istenecek.
2- İşveren hakkında, "1 yıldan 3 yıla kadar hapis" cezası uygulanacak (Bkz. VUK Md. 359).
Kız çocuklarına sağlık hizmeti 18’inde kesiliyor
YASAYA göre evlenmemiş ve çalışmayan kız çocukları 18 yaşından sonra prim ödemek zorundalar. Kızlar okula gitmiyorsa herhangi bir işleri de yoksa sağlık yardımından yararlanabilmek için 18 yaşından itibaren prim ödemek zorunda olacaklar.
Mevcut sistemde kız çocukları, evlenmediği ya da sigortalı olarak bir işte çalışmadığı sürece, anne-babası üzerinden, "yaşam boyu" sağlık hizmetinden yararlanabiliyordu.
Yeni sistemde; ilköğretimden sonra 18 yaşına, lisede 20, üniversiteye giderse 25 yaşına kadar anne-babası üzerinden, sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek.
Kızlar bu yaştan sonra, "sağlık primi" ödemek suretiyle sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek.
Maaş almak için boşanana ceza
YILLARDIR sürdürülen ilginç bir uygulama var. Daha önce Hürriyet’te de yazdığımız gibi, evli karı-koca var. Kadın, kocasından muvazaalı (danışıklı) şekilde boşanıp, ölen babasından emekli aylığı alıyor. Ancak kocası ile birlikte yaşamaya da devam ediyor.
Yaşam koşullarının ağırlaşması ve ikinci bir gelire ihtiyaç, çok kişiyi bu yola zorluyor.
Bu durumda olan onbinlerce, hatta yüzbinlerce kadın var.
Yeni yasa ile ölüm geliri ve aylık bağlanması için eşinden danışıklı olarak boşanma olayı önleniyor. Buna göre, eşinden boşandığı halde boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilecek. Ayrıca, geriye doğru on yıllık sürede ödenmiş olan tüm paralar, kanuni faiziyle geri alınacak.

hürriyet

Kârlı şirketler güçlenecek

Sigorta sektöründe kârlı olan şirketlerin güç kazanacağını belirten Genel Sigorta Genel Müdürü Hulusi Taşkıran, önümüzdeki dönemde rekabetin daha akılcı olacağını söyledi..

Genel Sigorta Genel Müdürü Hulusi Taşkıran, 2007 yılında sektör üretiminin yaklaşık yüzde 15 oranında arttığını, Genel Sigorta'nın ise yüzde 20'nin üzerinde büyüdüğünü belirtti. Genel Sigorta'nın A+ olan finansal güçlülük notunun AA'ya yükselmesinin önemine işaret eden Taşkıran, şirketin 350 milyon YTL'lik ödenmiş sermayesiyle sektörün lideri olduğunu dile getirdi. Taşkıran, önümüzdeki süreçte sektörde kârlı olan şirketlerin güç kazanacağına dikkat çekerek, rekabetin daha akılcı bir yöne gideceğini ifade etti. Türk pazarına büyük yabancı şirketlerin geldiğini ve önemli yatırımlar yaptıklarını hatırlatan Taşkıran, şirketlerin sermaye yapılarını güçlendirmesi gerektiğini belirtti. Son dönemde bankaların sigorta sektöründeki etkinliğinin arttığına işaret eden Taşkıran acentelerin daha verimli çalışması gerektiğini söyledi. TEKNİK KÂR
Genel Sigorta'nın bilançosu konusunda da bilgi veren Taşkıran, şirketin 2007 yılında 321 milyon YTL prim üreterek 25 milyon YTL teknik kâr elde ettiğini söyledi. Toplam prim üretiminde 10. sırada bulunan Genel Sigorta'nın en çok teknik kâr üreten şirketlerden biri olduğuna dikkat çeken Taşkıran, "Şirketimiz teknik kar/prim oranında da yüzde 7.8 oranıyla sektörün ilk 3 şirketi arasında yer almaktadır" dedi. Genel Sigorta'nın 350 milyon YTL'lik ödenmiş sermayesiyle sektör lideri olduğunu hatırlatan Hulusi Taşkıran şunları söyledi: "Şirketimiz 456 milyon YTL'lik özkaynağıyla pazarda 3. sırada bulunuyor. 2007'de yaklaşık 49 milyon YTL net kar eden Genel Sigorta, net kar/prim oranı bakımından yüzde 15.2 ile sektör lideri konumunda. Birleşik rasyo sıralamasında yüzde 89.2'yle sektörün en iyi rasyoya sahip şirketler arasında ilk 3'teki yerimizi koruyoruz."

Allianz'ı devreden Koç, parayı dört sektöre yatıracak
Koç, iki emeklilik şirketindeki 354 milyon Euro'luk payını Alman Allianz'a devretti. Migros ile birlikte elinde 2.2 milyar dolar nakiti olan Koç Grubu bu parayı 4 ana sektörde yatırım için kullanacak..
Koç Holding, Alman firması Allianz SE ile ortak olduğu Koç Allianz Sigorta ve Koç Allianz Hayat ve Emeklilik şirketlerindeki tüm hisselerini, toplam 354 milyon euro bedelle Allianz SE'ye devretmek üzere anlaşma imzaladı. Daha önce Migros'un satışı ile 1.6 milyar dolar elde eden Koç Holding'in elinde 2.2 milyar dolarlık nakit oluştu. Koç Holding Üst Yöneticisi (CEO) Bülent Bulgurlu, anlaşmanın, uluslararası yatırımcıların Türkiye ekonomisine ve Türk sigortacılık sektörüne duyduğu güven ve olumlu beklentiyi gösterdiğini kaydetti. Bulgurlu, Koç'un daha önce açıklamış olduğu 'Topluluk neticelerinde en yüksek paya sahip olan dört ana sektörde odaklanma stratejisinin' kararlılıkla uygulandığını ve bu doğrultuda çok önemli bir adımın daha Allianz ile yapılan anlaşma sonucunda atılmış olduğunu vurguladı.
354 MİLYON EURO KALACAK
İki şirketin toplam değeri 782 milyon euro olarak hesaplandı. Anlaşmayla Koç Holding'in, 354 milyon euro (562 milyon dolar) kaynak elde edeceği kaydedildi. İmzalanan anlaşmayla Koç Holdingin, Koç Allianz Sigorta'daki yüzde 43,4 oranındaki hissesi ile Temel Ticaret'in yüzde 3,7 oranındaki hissesinin, toplam 248 milyon euro bedel ile Allianz SE'ye devredileceği, ayrıca Koç Holding'in Koç Allianz Hayat ve Emeklilikteki yüzde 49 oranındaki hissesinin de 125 milyon euro bedel karşılığında Allianz SE'ye geçeceği aktarıldı. Bulgurlu, odaklandıkları sektörlerde yapacakları yeni yatırımlara ilişkin olarak şunları kaydetti: "Bankacılık sektöründe, iddialı organik büyüme projelerimiz devam ediyor. Yapı Kredi, 2007 Temmuz ayında başlayan hızlandırılmış 'Şube Ağı Genişletme Projesi' çerçevesinde 2007'nin son beş ayında 82 yeni şube açtı. 2008 yılında ise 160 şube açmayı hedefliyor ve 2009 sonunda bin şubeli bir banka olacak. Önümüzdeki dönemde bankacılık sektöründe gündeme gelecek olan bazı özelleştirme projelerini takip ediyoruz."
BANKACILIKTA BİN ŞUBE
Dayanıklı tüketimde, 16 üretim tesisi, 16 marka ve 39 şirket ile faaliyet gösterdiklerini kaydeden Bulgurlu, yurt içindeki ağın benzerini, yurt dışında da oluşturduklarını, Romanya, Rusya ve Çin'de üretimlerinin bulunduğunu vurgularken, "Yurt dışındaki tesislerimizi daha da arttırma hedefimiz doğrultusundaki çalışmalarımız devam ediyor" dedi.

İş dünyasında yoğunlaşma


Yoğunlaşma, tam da yönetici yapılmak için sırada bekleyen çok fazla sayıda görevle karşı karşıya olduğu için gereklidir. Etkin olmanın herhangi bir “sırrı” varsa, o da yoğunlaşmadır. Etkin yöneticiler önce yapılması gereken işleri önce yaparlar ve bir seferde bir işi yaparlar. Her zaman yapılması gereken önemli katkılar onları yapmak için ayrılmış zamandan daha fazladır. Bir yönetici ciddi katkılara ne kadar odaklanırsa, o kadar çok uzun ve bölünmeyecek zamana ihtiyaç duyacaktır. Meşgul görünmekten uzaklaşıp sonuç elde etmeye ne kadar çok yönelirse, o kadar çok sürekli çaba göstermek zorunda olacaktır. Aynı şekilde, yönetici ne kadar çok güçlü yanlarını üretken kılmaya çalışırsa, sahip olduğu insani güçleri başlıca fırsatlara yoğunlaştırma ihtiyacının o kadar çok bilincine varır. Sonuç almanın tek yolu budur.
“O kadar çok şey yapan” ve göründüğü kadarıyla da zor şeyleri yapan insanların “sırrı” işte budur. Her sefer sadece bir işi yaparlar. Bunun sonucu olarak, sonunda hepimize kıyasla daha az zamana ihtiyaçları olur. Hiçbir şeyin yapılmasını sağlamayan insanlar çoğu zaman daha sıkı çalışırlar.
Etkin yöneticiler yarışta gibi çalışmazlar. Rahat bir hızla çalışırlar, ama sürekli çalışırlar. Yapmaları gereken çok iş olduğunu bilirler. O nedenle her seferinde bir işi yapmaya ve öncelik taşıyan işleri önce yapmaya uğraşırlar.
Yoğunlaşma, nelerin gerçekten önem taşıdığı ve önce geldiği konusunda zamana ve olaylara kendi kararını dayatmaya cesaret etmek demektir ve zamana ve olaylara boyun eğmek yerine onların efendisi olma konusunda yöneticinin tek umudu yoktur.
Kaynak: "Etkin Yöneticinin Seyir Defteri", Peter Drucker, Optimist Yayınevi

İŞ DÜNYASINDA FARK YARATMAK

İş dünyasında fark yaratanlar kazanır.”, “İşinizde fark yaratmak için falanca eğitimlere katılın.” Bu cümleler hepinize tanıdık geliyor kuşkusuz. İnsan kaynakları dergileri, gazeteler, kişisel gelişim kitapları, internet sitelerinde benzer cümlelerle sıklıkla karşılaşabilirsiniz.
İş dünyasında kendini otorite olarak gören bir insanın, uzun ve ağdalı cümlelerinin içinde mutlaka “fark yaratan kazanır” cümlesinin benzeri bir önerme vardır.
Bu ülkede yaşayan her adem kişi bilir ki, yurdum insanının yavrusu, daha doğar doğmaz başlar susturulmaya. “Aman ağlamasın,” diye elinden geleni yapar iyi anne. Çocuk yürümeye çalışır, ama düşer diye oturtulur. Çevreyi keşfetmek ister, bir şeyleri kırmasın diye yine durdurulur. Kendisi yemek ister, döker diye elinden alınır. Ortalığı dağıtma, üstünü kirletme, dışarı çıkma derken, oyun oynamak bile zulme dönüşür çocuğa. Bisiklet alırken, çocuk “kırmızı istiyorum” demeye yeltenir, baba hemen “yok yok, gri iyi, sen anlamazsın” der.
Okul çağı geldiğinde her şey daha zordur çocuk için. Disiplini bir örnek giyinmek sanan, Ali’nin bir türlü topu tutamadığı bir eğitim sisteminin içinde bulur kendini. Sonra ezberler de ezberler, öğrenmeye çalıştığı şeyin mantığını anlamak ister, ama anlatan bile bilmez ki ne anlatacağını…
Artık genç olmuş insan evladı mucize eseri üniversiteyi kazanır. Sevinir artık, büyüdüm, özgürüm, başka bir sistemin içinde kendimi arama, bulma, hatta ifade etme şansım olacak diye. Tartışabileceği, üretebileceği bir platformda olduğu için çok mutludur. Fakat hemen anlar boşa hayal kurduğunu… Üniversite hayatı hayallerindeki projeleri internetten ‘kopyala-yapıştır’ yaparak hazırladığı tezlerle son bulur. Üstelik daha ne meslek seçmek istediğinden bile emin değildir. Okuduğu bölüm kendisi istediğinden değil, ailesi istediği için seçilmiştir. Ya da puanı sadece oraya yetmiştir. Yaşlandığında, babasının diş ve diş eti problemlerini çözsün diye diş hekimliğine itelenmiştir ama aslında o tiyatrocu olmak istiyordur belki de. O güne kadar her türlü çıkıntılığı bastırılmış, sindirilmiş, susturulmuş insan evladı hasbelkader bir işe girer. Ve… Ondan beklenen farklı olması, fark yaratmasıdır. Peki o zaman?
Tut ki kazara yarattı. Fark yaratan bu yaratıcı kişilik en kısa zamanda ayağı kaydırılan işsiz kişilik oluverir.
Özetle, farklı, aykırı, yaratıcı olabilmek için uygun koşulların sağlandığı bir yaşam ve eğitim biçimi gerekir ki, “fark yaratan kazanır” önermesi yerini bulsun.
Fark yaratan çocuklar yaratmanız dileğiyle.

Ebru Çoşkun
www.yenibiris.com

GİRİŞİMCİ KADINLARA FİNANS EĞİTİMİ

17 Nisan 2008 Perşembe

Türkiye'de dar gelirli kadınlara mikro kredi uygulamasını başlatan ilk örgüt olan Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), şimdi de verdiği kredilerle iş hayatına soktuğu kadınlara hazırladığı kitapla ekonomi ve finans eğitimi veriyor.
KEDV ve Citibank işbirliği ile hazırlanan "Kadınlar için Finansal Okur Yazarlık" adlı kitapta, kadınlara makro ekonomi, kriz, enflasyon, büyüme ve hisse senedi gibi ekonomik kavramlar öğretiliyor. Şu anda hazırlık aşamasında olan kitap, basıldıktan sonra KEDV'nin faaliyette olduğu 35 kadın kooperatifinde çalışan girişimci kadınlara ücretsiz olarak dağıtılacak.
Kadın girişimcilere finansal hizmetlerden nasıl yararlanabileceğine dair bilgiler veren kitabın hazırlanmasında görev yapan KEDV Eğitim Koordinatörü Perihan Uluğ, Türkiye'de kadınların çok büyük bir kesiminin her gün televizyonda veya gazetede gördüğü, duyduğu ekonomik kavramları anlamadığını söyledi. "Kadınlarımız piyasanın çok dışındalar. Özellikle yoksul kadınlarımız kredi kartını bile nasıl kullanacağını bilmiyor" diyen Uluğ, hazırladıkları kitap ile aileyi ayakta tutan ve tasarruf yapan kadınların finansal sisteme girişlerini kolaylaştırmayı hedeflediklerini söyledi.
Kitap dört bölümden oluşuyor
Uluğ, küreselleşen dünyada finansal sistemin dışında kalmanın artık imkansız hale geldiğini, toplumdaki tüm bireylerin üretim, tüketim ve yatırım zinciri içinde bulunması gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
"Dar gelirli kadınlar küçük çapta işletmeler açmaya cesaret edebilseler bile işlerini geliştirmek ve sürdürülebilirliği sağlamak konularında sıkıntılar yaşıyor ve çözüm bulmakta zorlanıyorlar. Hazırladığımız el kitabı, kadınlara günlük hayatlarına, yoksullukla mücadelelerine ve ekonomik girişimlerine yön vermede ihtiyaç duyacağı temel ekonomi ve finans kavramlarını anlaşılabilir bir dille sunmayı amaçlıyor."
Kredi kartı kullanımı da öğretiliyor
"Kadınlar için Finansal Okur Yazarlık" adlı el kitabı 4 bölümden oluşuyor. İlk bölümde girişimci dar gelirli kadınlara ekonomi, kıtlık ve tercih kavramları tanıtılırken, kadının ekonomideki yeri anlatılıyor. İkinci bölümde ise makro ekonomi, uluslararası ticaret, büyüme, kalkınma, işsizlik, enflasyon gibi kavramlar yalın bir dille açıklanıyor. Bütçeleme ve tasarruf konularının işlendiği üçüncü bölümde, tasarruf ve yatırım arasındaki farklar ve değişik ve finansal yatırım araçlarının nasıl kullanılacağı anlatılıyor. Son bölümde ise, "kredi" ve "kredi veren" kavramları incelenirken, kadınların hangi durumlarda kredi kullanması gerektiği ve kredi türleri hakkında bilgi veriliyor. Bu bölümde ayrıca kredi kartı kullanımı ve kredi kartı borçlarının nasıl dengede tutulabileceğine dair örnekler veriliyor.(Referans -Aram Ekin Duran)

İş bankasından inovasyon destek paketi

İş Bankası, KOBİ'lere olan desteğini KOBİ'lere özel hazırladığı İnovasyon Destek Paketi ile sürdürüyor. Türkiye İş Bankası; Ar-Ge çalışmalarıyla üretimde verimliliği artırmayı, rakipleri arasında öne çıkmayı ve dış pazarlara açılmayı hedefleyen firmalar için "İnovasyon Destek Paketi" hazırladı. Sanayi Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı ile KOBİ Ar-Ge Başlangıç Destek Programı kapsamında; Avrupa Birliği'nin sağladığı "Hibe Fonları"ndan almaya hak kazanan firmaların faydalanabileceği destek paketinde aşağıda yer alan ürünler yer alıyor.
İnovasyon Kredisi
Firmaların hibe bedellerinin ödenme süresine kadar oluşacak finansman ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla, 12 aya varan vadelerle Taksit Ödemeli Ticari Kredi şeklinde kullanılabiliyor.
Yatırım Kredisi
Firmaların hibe desteği kapsamında yer almayan makine/ekipman alımı vb. yatırımlarının yanı sıra, proje tamamlandıktan sonra yapacakları yatırımlarının finansmanını teminen, döviz kredilerinde ilk 1 yılı anapara ödemesiz dönem olmak üzere, azami toplam 5 yıl vadeli olarak kullanılabiliyor.
Teminat Mektubu
Hibe desteği kapsamında firmaların talep edeceği avans ödemeleri için ilgili kurum/kuruluşlara hitaben Teminat Mektubu düzenlenebiliyor.

'Her perakende devi Türkpazarında rol almak ister'

15 Nisan 2008 Salı

Dünyanın en büyük perakendecisi Wal-Mart'ın Direktörü Shewmaker, Türkiye'yi 'her perakendecinin var olmak isteyeceği pazar' olarak niteleyerek, "Kendimizi yalnız satın almayla sınırlamıyoruz" dedi..

Geçen sene 378 milyar dolar ciro elde eden dünyanın en büyük perakendecisi ABD'li Wal-Mart'ın Direktörü Jack Shewmaker, "Türkiye her perakendecinin olmak isteyeceği bir pazar, gerek makroekonomik rakamlar gerekse perakende pazarının rakamları oldukça umut verici" dedi. İspanya'nın Barselona kentinde düzenlenen Dünya Perakende Kongresi'nde SABAH'ın sorularını yanıtlayan Shewmaker, Türkiye pazarına ne zaman girecekleri konusunda kesin bir tarih veremeyeceğini söylerken, Türk perakendesinin sadece rakamları değil, oyuncuları ve derinliğiyle de olgun ve çekici bir pazar olduğunu belirtti. 11 yıl Wal-Mart Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapan, daha sonra direktör olarak atanan Shewmaker, kendilerini sadece satın alma fikriyle sınırlamadıklarını dile getirerek, "Yerel ortaklık ya da başka seçenekler de söz konusu olabilir" değerlendirmesinde bulundu.

'EKİMDE GELECEĞİM'

Bu yıl ekim ayında İstanbul'a geleceğini söyleyen Shewmaker, ziyaretin amacına ilişkin ise "Hem tatil hem de iş olacak" demekle yetindi. Kongre'de Wal-Mart'ın rekabet stratejilerine ilişkin bir konuşma da yapan Shewmaker, "Wal-Mart maalesef rekabeti küçümsüyor, oysa 1992 yılında ölen kurucumuz Sam Walton bunu hiçbir zaman yapmadı" özeleştirisinde bulundu. Karşılarında pek çok tehdidin bulunduğunu vurgulayan Shewmaker, şunları kaydetti: "Tüm dünya büyük bir değişim geçiriyor. Wal-Mart da değişmeli, ancak dünya kadar hızlı değişip değişemediği konusunda şüphelerim var. Biz de dahil tüm perakendeciler büyüme fikrine o kadar çok odaklanıyor ki, temel kriter olan müşteri boyutu gözardı edilebiliniyor. Perakendeciler, durgunluk zamanlarında bile operasyonlarına yatırım yapmalı. Artık bir mağazaya 15 yıl yatırım yapmamak lüksü yok. En az 5 yılda bir adım atmak gerek. Bir segmente fazla odaklanırsanız, başka birini atlarsınız. Maalesef Wal-Mart son yıllarda bu hataya düştü."
WAL-MART'IN kurucusu 1918 doğumlu Sam Walton, Forbes dergisi tarafından 1985, 1986, 1987 ve 1988 yıllarında ABD'nin en zengin adamı seçildi. 1992 yılında serveti bugünün parasıyla 128 milyar dolara denk gelen 58.6 milyar dolar olarak gösterildi. 1989 yılında Walton servetinin kendisi ve 4 çocuğuna ait olduğunun iddia edilmesi üzerine bu unvanını kaybetti.
ABD'lilerin 2008 yılında ilk hedef pazarı Türkiye
300 perakendeciye "2008'de hedef ülke" soruldu. Genel sonuçlardaHindistan ilk sırada yer alırken, ABD'liler arasında Türkiye birinci oldu..
ARALARINDA Sainsbury's, Saks Fifth Ave-nue, Disney Store gibi pek çok perakendecininbulunduğu 300 şirket arasında yapılan araştırma-ya göre, Türkiye '2007'de ilk kez girilen ya da2008'de girilmek istenen' gelişmekte olan pazar-lar arasında 5'inci sırada yer aldı. Toplam 25 bin mağazası bulunan perakende-cilerin orijinlerine göre yapılan sıralamada iseTürkiye ABD'li perakendecilerin en yüksek notverdiği ilk ülke oldu. Dünya sıralamasında ilk sırada Hindistan yeralırken, onu Ukrayna ve Rusya takip etti. OrijiniAsya Pasifik olan perakendecilerin sıralamasınagöre ise Türkiye, Güney Afrika ve Malezya'nınardından 3'üncü sıraya yerleşti. Türkiye, lüks pe-rakendecilerinin sıralamasında da Hindistan veBrezilya'yı izleyerek 3'üncü oldu.
EN AZ REDDEDİLEN 5'İNCİ ÜLKEYİZ
Şirketlerin not verirken en çok kullandığı kri-terler, talep büyüme hızı, tüketim alışkanlıkları,rekabet ortamının varlığı, diğer uluslararası perakendecilerin varlığı oldu. Türki-ye, araştırıldığı halde girilmek istenmeyen ülkelerarasında ise 'en az reddedilen' 5'inci ülke oldu. Gelişmekte olan ülkelere girme kararı alırkenrakiplerin o ülkedeki stratejilerini dikkate alanlarve almayanlar ise aşağı yukarı eşit oranda çıktı.300 perakendecinin yüzde 41'i "Gelişmekte olanbir ülkeye girerken rakibin stratejisinin ne olduğutemeldir" cevabını verirken, yüzde 43'ü ise "Ra-kip takip edilir, ancak son kararı birebir etkile-mez" cevabını verdi.
GAYRİMENKUL KALİTESİ ETKİLİ
"Gayrimenkul olanaklarının kalitesi bir ülke-ye giriş zamanlamanızı etkiler mi?" sorusunu isekatılımcıların yüzde 40'ı "Gelişmekte olan ülkeleriçin büyük oranda gayrimenkulün kalitesi önemli-dir" şeklinde yanıtlarken, yüzde 16'sı ise "Çokönemlidir" fikrini dile getirdi. Bu oranlar gelişmişülkelerde ise sırasıyla yüzde 34 ve 12'ye kadardüştü.Kategorilere göre bakıldığında ise, gıda pera-kendecileri yeni pazarlara girmekte en çekingenkategori çıktı. Bunun nedeni, "Bir pazara girecek-sek orada lider olmamız gerekir" düşüncesi ola-rak gösterildi.
sabah

Baba iflas etti onlar Yalova’ya gitti, çiçekte 14 milyon YTL buldu

Samsunlu Ensar Güney, babasının iflas ve vefatından sonra 11 yaşında ailesiyle yerleştiği Yalova’da önce büyük çiçek üreticilerinin ve tüccarlarının yanında çalıştı, bu sırada tanıştığı Belçikalı çiçekçilerin "Bizim çiçekleri sen sat" teklifi üzerine 1992’de kendi şirketini kurdu. Ensar Güney’in iki şirketinin toplam cirosu geçen yıl 14 milyon YTL’yi aştı.
SAMSUN’da 1970’lerde otel sahibi olan Güney Ailesi, babanın iflası ve bu iflas üzerine gelen kalp kriziyle vefatı üzerine 1979’da Yalova’ya göç etti. 6 kardeşiyle 11 yaşındayken Yalova’ya yerleşen Ensar Güney, Yalova’da dönemin büyük çiçek üreticilerinin ve tüccarlarının yanında çalışarak işi öğrendi. Son çalıştığı işyerinde de Belçikalı çiçekçilerin "Bizim çiçekleri sen sat" teklifi üzerine kendi şirketini kurdu. 1968 doğumlu Ensar Güney’in biri üretim Güney Çiçekçilik ve Pazarlama Ltd.) biri de dış ticaret yapan (Güney Dış Ticaret Ltd.) iki şirketinin toplam cirosu geçen yıl 14 milyon YTL’yi aştı.
70 KİŞİ ÇALIŞIYOR: 70 kişilik doğrudan istihdamı olan Ensar Güney, şöyle başlıyor girişimcilik öyküsünü anlatmaya: "1979’da Yalova’ya geldik. Beni meslek lisesine gönderdiler ve orada tesviye bölümünü bitirdim. Sonra da çiçekçilerin demir aksamlarının bakımı için çiçekçilerde çalışmaya başladım. 1992’ye kadar dönemin en büyük çiçek üretici ve tüccarlarının yanında çalıştım. Sonra da çiçek ithalatı yaptığımız Belçikalılar bana ’sen şirket kur biz çiçek verelim’ dediler ve kendi işimi kurdum."
TESADÜFEN ÇİÇEKÇİYİM: Çiçekçiliğe girişini tesadüf olarak niteleyen Ensar Güney, şöyle devam ediyor: "Çünkü seralarda benim yapacağım iş çiçeklerle ilgilenmek değildi. Ancak zaman geçince çiçekçiliği çok sevdim ve demirleri zımparalamak yerine çiçek üretimiyle ve pazarlamasıyla ilgilenmeye başladım. Dönemin en büyük çiçekçilerinden birinde çalışıyordum ve kısa süre sonra pazarlama bölümüne geçmeyi başardım. Sonra da şirketin yönetiminde söz sahibi oldum. Çünkü pazarlamada çok yetenekli olduğum için müşteri nazarında çok öne çıktım. O şirketin sahibi bir İtalyandı ve 3 yıl kadar şirketi büyük ölçüde ben yönettim. Bu arada yurt dışına gittim, geldim. Satış, ithalat, muhasebe gibi temel tüm konularda yetiştim. Ancak patronum kendince haklı olarak ’eğitimli yönetici’ istedi ve bir süre sonra beni geri plana çekti. Ben de bu aşamada ’yönetimde olmayacaksam yokum’ dedim. 1992’de ayrıldım."
AYRILINCA BELÇİKALILAR KAPTI: Çalıştığı şirkette ithalat yaparken tanıştığı Belçikalıların, şirketten ayrıldığını öğrenince kendisine bir teklif getirdiklerini anlatan Ensar Güney, "Belçika’dan mal veren firma, ’Sana ürün gönderelim sat’ diye teklif getirdi. Ben de teklifi kaçırmamak için kendi birikimlerimi değerlendirdim ve borç da bularak Güney Çiçekçilik’i kurdum" diyor. Belçikalı firmanın desteği ile dönemin en büyük çiçekçileriyle rekabeti kazandığını anlatan Güney şöyle konuşuyor: "3 yıl Belçika’dan ithalat yaptım. 1995’te teşvik vardı. Devlet yüzde 25 teşvik veriyordu. Ondan yararlanarak üretime de başladım. Ardından Hollanda’dan da ithalata başladım. İşler hem ticaret hem üretim ayağında hızla büyüdü."
Bizi Koçtaş terbiye etti
İÇ ve dış mekan için çiçek, bitki ve ağaç ithalatı, üretimi yaparken daha kurumsal ticareti de büyük alıcılar sayesinde öğrendiğini söyleyen Ensar Güney, bu konuda Koçtaş’a çok şey borçlu olduğunu söylüyor. Ensar Güney, öyle devam ediyor : "6 yıldır kurumsal müşterilere büyük miktarda ürün verebiliyorum. Ancak benim ilk büyük kurumsal müşterim Koçtaş olmuştur. Bu büyük firma benim şirketime kurumsallaşmayı, daha disiplinli ticareti öğretti. Bizi adeta zorladılar iyi de yapmışlar çünkü terbile etmiş oldular."
Sadi ÖZDEMİR
hürriyet

ABD'li KOBİ'lerden Türkiye çıkarması

14 Nisan 2008 Pazartesi

Aralarında 100 milyon dolarlık ciroya sahip firmaların da olduğu, inşaat ve yapı malzemeleri, havacılık, enerji, ulaştırma, sağlık, çevre teknolojileri, savunma, güvenlik, yazılım, madencilik, telekomünikasyon ve otomotiv sektörlerinden ABD’li 65 KOBİ, yatırım ve işbirliği için Türkiye’ye geldi. ABD Ticaret Müsteşarlığı ve TAB/AMCham işbirliğiyle düzenlenen ve üç gün sürecek olan “Avrupa Ticaret Rüzgarıö konferansı başladı. ABD’li KOBİ’lerin katıldığı konferansta Türkiye’de ve Avrupa’da ticareti geliştirme konuları çeşitli yönlerden ele alınacak. Konferansın son günü ise Amerikan firmaları ile Türk iş ortakları arasında ikili görüşmeler gerçekleştirilecek.
GELEN KOBİ’LERİN HİÇ BİRİ AVRUPA’YLA İŞ YAPMAMIŞ
Türk/Amerikan İşadamları Derneği (TABA/AmCham) Başkanı Uğur Terzioğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, konferansın içeriğine ilişkin bilgi verdi. Terzioğlu, konferansa 65 ABD’li KOBİ’nin 80 temsilciyle katıldığını belirterek, konferansa katılan firmaların Amerika’nın büyük ticaret firmaları olduğunu söyledi. “Gelen firmaların hiç biri Avrupa ile hiç iş yapmayan firmalar, şimdi Türkiye ile yapmak istiyorlar" diyen Terzioğlu, katılımın KOBİ düzeyinde olduğunu ifade etti. Terzioğlu, Amerikalı KOBİ’ler büyüklüğünün Türkiye’deki gibi olmadığını, büyük firma olma yolunda olan firmalar olduğuna dikkat çekerek, gelen firmaların arasında ciroları 100 milyon dolarları bulan birçok KOBİ’nin bulunduğunu kaydetti. Bu firmaların uluslar arası ticareti bilmeyen ancak iç pazarda iyi olan KOBİ’lerden oluştuğunu vurgulayan Terzioğlu, “Türkiye’den dünyaya çıkmak istiyorlar. Türkiye Avrupa’da gümrüğe tabi değil, imalat ucuz, ihracatta da tercih edilen bir ülke; bu nedenle Türkiye’yi tercih ediyorlar" dedi.
TÜRKİYE’DE ÜRETİME DÖNÜK YATIRIM YAPACAKLAR
Terzioğlu, konferansa katılan Amerikalı KOBİ’ler içinde Türkiye’de üretime yönelik yatırım yapmak isteyen firmaların da bulunduğuna işaret ederek, “İş yapacak firmalar kalıcı ticareti hedefliyor. Konferansın son günü Türk şirketleriyle bire bir görüşme yapacak olan firmalar, bu görüşmelerden ya uzun vadeli ortaklıklar ya da mümessillikler doğacak. 500 civarı ikili görüşme yapılmasını bekliyoruz. Konferanstan somut sonuçlar çıkacağını umuyoruz. TABA üyelerinden 30 randevu alan firma var" diye konuştu. Türkiye’ye gelen ABD’li firmaların Amerika’da yaşanan mortgage krizinden etkilenmediklerini belirten Terzioğlu, konferansın ve sonrasındaki girişimlere ilişkin organize edilen bu projenin çalışmalarının 11 aydan bu yana sürdüğünü ifade etti. Terzioğlu, konferansın “hakiki ticaretin olduğuö bir konferans olduğunu vurgulayarak, konferans sonuçlarının ise Avrupa’dan gelen 28 ticaret müsteşarın katılımıyla 17 Nisan tarihinde düzenlenecek toplantıda ele alınacağını söyledi.
FLUKER: "TÜRKİYE’YE İLGİ BÜYÜK"
ABD Ankara Sefaret Ticaret Müsteşarı James Fluker de, konferansın Avrupa pazarını kapsayan bir konferans olarak düşünüldüğünü belirterek, konferansta Türkiye üzerinde durulduğunu kaydetti. James Fluker, konferansa 35-40 ABD’li KOBİ’nin katılmasını beklerken, 65 firmanın geldiğini ifade ederek, ilginin Türkiye ekonomisinin son 5 yılda aldığı mesafe ve giderek ekonominin güçlenmesine bağladı. Katılımın yüksek olması, Amerikalı firmaların Türkiye’de iş kurma konusunda istekliliğini gösteriyorö dedi. Fluker, konferansa katılan firmaların yarısının Türkiye’ye ilk kez gelenlerden oluştuğunu ifade ederken, yüzde 90’ının Türkiye’de iş yapmayı amaçladığını, yatırım ve ticaret yapmak için gelen firmaların da bulunduğunu kaydetti. Türkiye’de faaliyet gösteren 250 Amerikalı firma bulunduğunu bunlar dışında Türk ortaklıkları ve burada ofisi olmayan binlerce Amerikan firması olduğunu söyleyen Fluker, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 11.2 milyar dolar olduğunu ifade etti. Fluker, Türkiye’den Amerika’ya 4.6, Amerikan’dan Türkiye’ye de 6.6 milyar dolarlık ticaret yapıldığını vurgulayarak, amaçlarının Amerikanın Türkiye’ye ihracatını geliştirmek olduğunu söyledi. “Avrupa Ticaret Rüzgarı" konferansına, aralarında İtalya, Fransa, İngiltere, Avusturya, İspanya, Macaristan, Belçika, İsveç ve İsviçre’nin de bulunduğu 28 ülkenin ticaret müsteşarları da katılıyor. Üç gün sürecek olan konferans sonrası müsteşarlar, konferans sonuçlarını değerlendirecekleri bir toplantı düzenleyecekler.

KOBİ'ler sıkıntıyı üretime odaklanarak aşacak


Kapatma davası, ekonomide yaşanan sıkıntılara tuz biber oldu. En olumsuz etkilenense küçük işletmeler. Sıkıntı çok; ancak onlar enseyi karartmıyor. İşlerini daha iyi yaparak, ülke üzerinde oynanan oyunlara cevap vermeye hazırlanıyor.
--------------------------------------------------------------------------------
Savcı kapatma davasını açar açmaz yurtdışındaki müşterilerimizden sipariş iptalleri gelmeye başladı. Bazıları da, nasıl bir ortama girdiğimizi düşündülerse, ‘üretime devam edebilecek misiniz?’ diye sordu. Bir kısmı ise fırsattan istifade, bizden indirim talep etti. Hukuki süreç henüz yolun başında; ama biz sonuçlarını yaşamaya başladık bile… Orta ölçekte sanayi üretimi ve yurtdışına ihracat yapan bir şirket yöneticisine ait ifadeler bunlar. AK Parti’yi kapatma davasının gözle görülmeyen, basına yansımayan ve ilk bakışta herkesi de ilgilendirmeyen etkileri hakkında ipuçları veriyor. Bu gibi büyük davaların, ne gibi ekonomik ve toplumsal yansımaları olabileceğinin de ön habercisi.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, siyasi istikrarsızlığa sebep olacak her olay ekonomiyi daha yakından ilgilendiriyor. Özellikle de, KOBİ diye adlandırılan küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri elbette. Onlar bu ülkenin ana gövdesini oluşturan ‘orta direğin’ de temsilcileri aynı zamanda. Derdimiz ekonomi olunca, orta direğin üreten kesimine yani küçük ve orta boy işletmelere mikrofon uzattık.
BU PASTALAR NEDEN SATILMADI?
Ekonomideki dalgalanma sadece makro ekonomik dengeleri, borsayı ve dövizi etkilemiyor. Sıkıntı adeta çarpan etkisi yaparak, en aşağılara doğru daha güçlü bir şekilde iniyor. Mehmet Sekizkardeş’in verdiği örnek bunun en güzel ispatı. Başakşehir’de şubeleri bulunan Görgülü pastanelerini işleten işadamı, Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasını kabul ettiği gün yaş pastaları satamadıklarını söylüyor: “Talebe göre ürettiğimizden yaş pastalarımız her gün dükkânı kapatmadan bitmiş olurdu. Dava kabul edildiğinin ertesi sabahı işyerine geldiğimde bu kez pastaların satılmadığını gördüm. Olayın etkisi hemen kendini göstermişti. Benim ölçüm budur; sabah dükkânı açtığımda pastalar duruyorsa bir şeylerin yolunda gitmediğini anlarım.”
Gerilimin psikolojik etkileri azalınca pasta satışları yine artacak belki; ama iptal edilen veya ertelenen yatırımlarla, azaltılan istihdamın eski hâline dönmesi epey zaman alacak. Nitekim Mehmet Sekizkardeş üretimlerini, inşaatı yeni biten fabrikalarına taşıma kararı almışken, dava ile birlikte bundan vazgeçtiklerini belirtiyor. Tabii yeni işçi alımından da. Bu ilk tedbir; lakin devamı da var. Sıkıntının devamı durumunda, bir patron için en zor sürecin yani işçi çıkarmanın da başlayacağını söylüyor, üzgün bir ruh hâletiyle.
King Paolo markasıyla ayakkabı üreten Hüseyin Turan’a göre de bu tür krizlerin en önemli etkisi KOBİ’lerin yatırımları durdurması. Yerine taşınmaya ve istihdamı 70’den 250’ye çıkarmaya hazırlanan King Paolo da büyüme hedeflerini ertelemek zorunda kalmış. Buna rağmen enseyi karartmamakta kararlı Hüseyin Bey. Oturup ah vah etmektense, bu sıkıntıları da aşabilecek güçte olduğumuza inanmamız gerektiğini belirtiyor. Şu sözleri çok anlamlı: “Türkiye böyle bir sürece girdiyse onu düze çıkaracak olanlar da yine bizleriz. Bu tip zamanlarda daha dik ve kararlı olmamız lazım. Girişimcilerin bu gelişmelere verebileceği en iyi cevap, daha çok çalışmak, daha çok üretmek, daha fazla istihdam sağlamak ve işini daha iyi yapmak olmalıdır.”
ÜRETİMDEN BAŞKA SEÇENEĞİMİZ YOK
Aslında bütün sıkıntılara rağmen küçük ve orta boy işletmeler felaket tellallığı yapmak istemiyor. Ekonomideki olumsuzluklardan en fazla onlar etkilenmesine rağmen, istisnasız hepsi Türkiye’nin önünün açık olduğuna inanıyor. Kısa vadedeki olumsuzların ülkenin geleceğini karartabileceğini düşünmüyor hiçbiri. O sebepten olsa gerek Hüseyin Turan, “Biz işadamları olarak birliğimize, demokrasimize sahip çıkalım ve işimizi her zamankinden daha iyi yapmaya devam edelim. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar ancak böyle bozulabilir” diyor.
Türkiye’nin son yıllarda hızla dünya ile entegre olması, birçok küçük işletmenin kendi kabuğunu yırtarak uluslararası sulara açılmasını sağladı. Bunun en önemli faydası, ekonominin sıkıştığı durumlarda ortaya çıkıyor aslında. Artık Rami’de küçük bir mekânda üretim yapan bir şirket bile, kalite standartlarını yükseltip mallarını dünyanın farklı ülkelerine ihraç edebiliyor. Bu da içerideki sıkıntılı zamanlarda KOBİ’lerin ayakta kalmasını sağlıyor. Bugün İstanbul’un farklı semtlerinde faaliyet gösteren üreticileri dolaşsanız, hiç ummadığınız işyerlerinin ihracatçı firmalar olduğunu görebilirsiniz. Onlar belki ihracat şampiyonları sıfatıyla basına haber olamıyor; ama bu ülkenin 120 milyar dolar hedefine kilitlenmiş ihracat rakamlarının ağır işçiliğini yapıyor. Cenk Metal Sanayii de bu özelliklere sahip işletmelerden biri. Rami’de 31 kişinin çalıştığı bir aile firması Cenk Metal. Üretiminin yarısını ihraç ediyor. Yönetim Kurulu Başkanı Serhan Memmi’nin bugünlerdeki en büyük sıkıntısı, kapatma davasının getirdiği belirsizlik yüzünden önünü görememek. Serhan Bey’in de mevcut konjonktürden şikâyetleri var; ama bunlar sadece ekonomik değil. Birilerinin Türkiye’nin huzur içinde yaşamasını istemediğini düşünüyor. Bu kadar hadiseye rağmen ülkenin hâlâ ciddi sarsıntı geçirmemesini de önemsiyor. Onun bakışı açısı da Hüseyin Turan’ınkiyle örtüşüyor. Yapılabilecek en iyi işin, daha çok çalışıp para kazanmak, gerekirse bunca sıkıntıya rağmen kapasite artırmak olduğunu söylüyor. Küçük firmaların bu gibi durumlarda güç birliğine girmesi gerektiğinin de altını çizerek, işadamlarının başka seçeneği olmadığını vurguluyor.
ÖNCE KURAKLIK, SONRA HUKUK!
İşletmelerin tek gündem maddesi ve tabii tek sıkıntısı son zamanlardaki gerilimler ve çalkantılar değil elbette. Yurtiçi ve yurtdışındaki mevcut olumsuzluklar zaten yeterince bellerini büküyor. Küresel finans krizi dış piyasalarda daralmaya sebep olurken, küresel ısınmanın getirdiği kuraklık, özellikle hammadde girdisini tarımdan karşılayan işletmeleri doğrudan etkiliyor. Kuraklığın tetiklediği buğday, şeker, un, yağ gibi temel gıdalardaki fiyat artışları bugünlerde piyasadaki en önemli sorunlardan biri. Mehmet Sekizkardeş, zaten artan şeker fiyatları ile yükselen girdi maliyetlerinin üzerine gelen kapatma davasının, sıkıntılara tuz biber ektiğini belirtiyor. Türkiye’deki hane gelirlerinin yarıya yakın bölümünün gıda harcamalarına gittiği düşünülürse meselenin mali boyutu daha iyi anlaşılır.
ZARARIMIZI KİM KARŞILAYACAK?
Hammadde ihtiyacını tarımdan karşılayan diğer bir sektör de kuruyemiş. Ayçiçeği rekoltesindeki düşüşten en fazla canı yanan kuruyemiş sektörü, bugünlerde hem ürün temininde zorlanıyor, hem de artan giderlerini satış fiyatlarına yansıtamamanın sıkıntılarını yaşıyor. Sektörün köklü markalarından Papağan Kuruyemişleri’nin Yönetim Kurulu Başkanı Kani Emekçi, “Zaten sektörde bir daralma yaşıyoruz yaz aylarından bu yana. Hammadde sıkıntısı var. Bunlar devam ederken de bir de kapatma olayı çıktı. İnsanlar mahkeme davayı kabul ettiği andan itibaren ödemeleri kesti. Kimse belirsizlik ortamında para harcamak istemiyor” diyor. Davanın kuruyemiş satışlarını nasıl etkilediği konusunda henüz bir tespiti yok Emekçi’nin; ancak bu gelişmenin insanların borçlarını ödemekten bile kaçınmalarına sebep olduğunun altını çiziyor. 105 kişiyi çalıştıran Papağan Kuruyemiş’in bütün sıkıntılara rağmen geleceğe karamsar bakma durumunda olmadığının da altını çiziyor başarılı girişimci. Hızla gelişen ve 2,5 milyar dolarlık büyüklüğe ulaşan kuruyemiş pazarından daha fazla pay alabilmenin yollarını arıyor. Onun önerisi de diğerlerininkiyle aynı, bu süreçte herkes kendi işine odaklanmalı.
İnsanların borçlarını bile ödemekten geri durmasının sıkıntısını yaşayan isimlerden biri de, mobilyacı Mustafa Altundağ. Yenibosna’da mağazası bulunan genç işadamı, Yargıtay başsavcısı dava açana kadar günlük 4-5 milyar TL tahsilât yaptıklarını, dava açılır açılmaz bunun 1 milyara kadar indiğini söylüyor. Senetli borçların bile ödenmemesi ya da en azından geciktirilmesi planları bozduğu gibi, şirketlerin kendi ödemelerini de zora sokuyor elbette. Altundağ ilginç bir örnek daha veriyor kendi işinden: “Kapatma davası mart ayının tam ortasında açıldı. O güne kadar, martın ilk yarısı 85 milyar ciro yaptık. Mart ayının ikinci yarısı yani dava açıldıktan sonra ise ayı neredeyse sıfır ciro ile tamamladık. İnsanlar acil ihtiyaç olmadığı için mobilya alışverişini hemen erteledi.” Mobilyanın yanı sıra, inşaat işiyle de uğraşan Altundağ, davanın bu sektördeki etkilerini de birebir yaşayan bir girişimci. Satış için anlaştığı dairelerin davadan sonra elinde kaldığını belirterek, “İnsanlar konut kredisi alarak daire almak istiyordu. Davadan hemen sonra konut kredisi faizlerinde yükselme oldu ve müşteriler daireleri almaktan vazgeçti. Şimdi bizim zararlarımızı kim karşılayacak?” diye soruyor.
ÖNCE REKLÂM VE PROMOSYON FEDA EDİLİYOR
Ülkedeki belirsizlikten belki de en fazla reklam ve promosyon sektörleri etkileniyor. Şirketlerin sıkıntılı dönemlerde ilk feda ettikleri, reklâm harcamaları ile promosyonlar oluyor. Bu sebeple son gelişmeler Line Promosyon Genel Müdürü Ahmet Göğebakan’ı çok tedirgin ediyor. Yeni kurulan bir firma Line. 8 kişiyle yola çıkmış ve kısa sürede personel sayısını 15’e çıkartarak, ihracata başlamayı hedefliyor. Hatta ilk müşterilerini de Hollanda’da bulmuş. Orada ofis açmak için yer bile ayarlanmış. Kapatma davası ile birlikte büyüme ve yurtdışına açılma planlarını tekrar revize edeceklerini belirtiyor. Tabii bu durumda istihdamı arttırma projesi de rafa kaldırılmış durumda.
SİYASET MÜHENDİSLİĞİNİN BEDELİ!
Ahmet Göğebakan, “Sıkıntılı ve belirsiz dönemlerde müşteri promosyonu durdurmasa bile azaltma yoluna gidiyor. 100 bin liralık iş yaptıracaksa bunu hemen 10 bin liraya düşürüyor. Şirketler doğal olarak personel çıkarmamak için promosyonları kesiyor. Davayı duyar duymaz promosyon siparişlerinden vazgeçen müşterilerimiz oldu. Birileri yukarıda siyaset mühendisliği yapıyor; ama bedelini biz ödüyoruz” diyor. Genç girişimci, karamsar tabloya rağmen Türkiye’nin önünün açık olduğuna inanıyor ve ‘biz neler gördük, bu da geçer yahu’ demekten kendini alamıyor.
BİRİLERİ KRİZİ SATIN ALDI
Mecidiyeköy’deki diz üstü bilgisayar satış ve teknik servis işi yapan Notebook Pazarı’nın ortağı Hüseyin Kütüklüoğlu, dava açılmadan kısa süre önce piyasadaki sıkışmaya dikkat çekerek, “Şirket sahibi birçok arkadaşımla konuştum. Son yılların en kötü ocak ve şubat ayını geçirdiğimiz konusunda hemfikiriz. Dava açılmadan, kurumsal müşterilerimiz geri çekildi. Muhtemelen bazı gruplarda ve finans çevrelerinde kapatma davası açılacağının tüyoları vardı ve piyasa bunu daha o zamandan satın almıştı.” diyor. Kütüklüoğlu, Türkiye’de insanların cebindeki paraya göre değil, ülkedeki istikrara bakarak harcama yaptıklarını söylüyor. Yani huzur ortamı varsa para da harcanıyor. Son yıllarda insanların konut ve otomobil kredileri ile kredi kartlarına bu kadar borçlanmasının en önemli sebebi ülkedeki huzur ve istikrar ortamıydı. Sancılı durumlarda ise para olsa bile insanlar harcamak istemiyor.
Peki, bu durumda küçük işletmeler ne yapacak? Kütüklüoğlu, “Fazla hamle şansımız yok. Hiçbir şekilde yatırım yapmıyoruz. Dolandırıcılık olur korkusuyla internetten satış yapmayı bile kestik. Tek bir bilgisayar kaybetme lüksümüzün dahi olmadığı bir dönem bu. Hiç kıpırdamayıp bulunduğumuz pozisyonu korumak mantığı ile çalışıyoruz” diyor. Tüketici bu dönemde nasıl harcamak istemiyorsa, satıcı da daha garantici davranıyor ve fazla risk almamayı tercih ediyor.
İSTİKRARIN GARANTİSİ ORTA SINIF
Türkiye ekonomisinde, özellikle küresel dalgalanmanın etkisiyle zaten yaşanmakta olan sıkıntıların, kapatma davası ile ayyuka çıktığı bir gerçek. Ne üretici, ne satıcı, ne de tüketici önünü görebiliyor. Bunun sonucu herkes kabuğuna çekilince de, ekonomi kilitlenme tehlikesi yaşıyor. Görünen o ki, bütün sıkıntılara rağmen KOBİ’ler bu vartanın da atlatılacağına inanıyor. İşler sıkıntılı olsa da Türkiye’nin geleceğine dair karamsarlık yok. Bu da orta sınıfın Türkiye’de kalkınma, istikrar ve demokrasinin en önemli garantisi olduğunu ispatlamaya yetiyor zaten.
aksiyon

Türkiye’de marka sayısı artıyor reklamdaki pasta hızla büyüyor

Türkiye pazarına giren uluslararası marka sayısının hızla arttığını belirten Versage Intitute’un Kurucusu Ronald J Baker, "Bu da pazarın hızlı büyümesini kamçılıyor. Fırsatlar çok büyük ve Türkiye çok dinamik ülke" dedi.
HER yıl ortalama yüzde 20 büyüme gösteren Türk reklam sektörünün büyük bir patlama yaşadığını söyleyen Versage Intitute’un Kurucusu Ronald J Baker, "Türkiye’ye giren marka sayısı giderek artıyor. Bu da pazarın hızlı büyümesini kamçılıyor. Fırsatar çok büyük ve çok dinamik ülke" dedi.
MÜŞTERİNİN ÖNEMİ ARTIYOR: Hürriyet, Milliyet ve Kanal D sposorluğunda Reklamcılar Derneği’nin düzenlediği ’Değer mi’ konferansında konuşan Baker, Türkiye’deki reklamcılar ve ajansların kreatif olduğunu söyleyerek, "Sektörde müşterinin önemi giderek atıyor. Şimdi pazarlamada faklılaşma zamanı geldi. Avrupa’da yaygın olan komisyna dayalı iş modelinizi ABD’deki değere dayalı modele uygun hale getirin" dedi.
HER ŞEY FARKLILAŞIR: Ajansların harcadıkları zamandan çok kattıkları değere göre ücretlendirme yapmaları gerektiğini söyleyen Baker şöyle konuştu: "Bu meslekte su baloncuklarını bile farklılaştırabilirsiniz. Burada önemli olan mesleği değere dayalı bir ücretlendirme modeline götürmek. Çünkü ajansların yaptığı standart mal üretmek değil. Bu nednele ücreti belirli maliyetlere dayandırmak da doğru değil."
FİKİR EN DEĞERLİ: Reklamın bir fikir işi olduğunu söyleyen Baker fikirlerin havadan değil insalardan geldiğine de dikkat çekti. "Fikirler her zaman uygulmalarından daha değerlidir" diyen Baker refah dolu ekonomilerin de fikir üretilen ekonomiler olduğunu savundu.
MÜŞTERİ SONUCA BAKAR: Müşteriler ile ajansların çıkarlarının birleşmesinin önemine dikkat çeken Baker, "Sektörde müşteri sonuca, ajans ise alacağı ücrete odaklanıyor. Bu da müşterilerin değeri maksimize ücreti minimize etmeye çalışmasına yol açıyor. Biz onlarla ücret değil değer konusunda tartışmalıyız" dedi.
YÜZDE 22 HESAPLIYOR: Şirketlerin yüzde 98’inin boş pozisyonlar ve personel planlarıyla ilgili herşeyi hesapladığını ve kontrol altında tuttuğunu söyleen Baker ajansların müşteri sonucunu ve reklamın müşteriye ne kattığını hesaplamadığına dikat çekerek "Bu müşteriye katılan değer sonuçlarını hesaplayan ajansların oranı ne yazık ki yüzde 22’de kalıyor. Bana kalırsa bu sonuçlara yönelmeli ve eğer değer yaratamadıysanız hiç ücret almamalısınız" dedi.
Markaya göre kampanya
TÜRK Hava Yolları gibi havayolları şirketlerinin performanısının zamanında uçuş, kayıp bagajlar ve müşteri şikayetlerine göre belirlendiğini söyleyen Ronald J. Baker "Bu üç nokta bir havayolu şirketinin başarısını tanımlar. Bizim de marka değerleri için nelerin önemli olduğunu ölçmemiz gerekiyor" dedi. Baker müşterilerin daha fazla yenilik, güvenilir ilişki gibi konulara verdiği önem artarken ajansların da daha net beklentiler daha açık iletişim ve karar alıcılara ulaşabilme yetisi kazanmasının önemine dikkat çekti.
Kriz gelirleri azalttı bildik yöntemler yetmiyor
REKLAMCILIĞIN sürekli değişim gerektiren bir meslek dalı olduğunu belirten Reklamcılar Derneği Başkanı Cem topçuoğlu, "Tüketici talebi, teknoloji ve rekabet bizi sürkli değişime zorluyor. Krizler gelirlerimizi azaltıyor. İş yapma teammüllerizi yok ediyor. Artık bildik yöntemlerle öne çıkmak mümkün değil. Müşterek paydamız marka. Bizler markların ebeveyniyiz. En değerli şey ise fikir" dedi.
hürriyet

Yeşil’ şirketler, çalışanlarını ne kadar bilinçlendiriyor?

Birçok firma yıllardır çevreci söylemlerde bulunur durur. Sanırsınız özünde herkes ‘yeşil’. Bütün vizyon-misyon listelerinin baş tacı ‘çevreye duyarlılık’. Sanki listede olmazsa gönül koyacakmış gibi. Eko-yaşam dergisi ‘Plenty’nin kurucusu Mark Spellun’un da dediği gibi, çoğu firma, bir ‘Yeşilyıkama’ (greenwashing- beyin yıkamadan devşirilme) içinde.Hak etmedikleri bir ‘yeşil’ yıldızı almak için çabalayıp duruyorlar. Ama ‘çevrecilik’ anlayışının yükselişe geçtiği günden beri, gerçek anlamda meseleye duyarlılık gösterenler ve çözüm arayışı içine girenler hep çok az sayıda oldu. Çevreci ‘imiş’ gibi yapanlara da kesilen bir fatura yoktu işin doğrusu. Fakat gelin görün ki, yaşadığımız dünya felaketlere açık bir yer.

Gün oldu, ‘küresel ısınma’ adında bir gerçek ortaya çıktı. Olası sonuçlarını anlamamız uzun sürdü. Katrina kasırgası gibi doğal iklim afetleri, ‘An Inconvenient Truth’ gibi Oscar’lı belgeseller ve Amerikan başkanı George W. Bush’un petrole alternatif yakıtlar için zorlu takibini izlememiz gerekti. Ama sonunda ‘küresel ısınma’ ve buna karşı oluşan örgütlenme, geleneksel anlamda yapılan ve yapıldığı iddia edilen ‘çevreciliği’ de etkiledi. Artık dünyada iklim değişikliğine karşı ciddi bir ilgi ve doğal olarak da ciddi bir endişe oluşmuş durumda. Ve mesele artık sadece vizyon/misyon listelerinde ‘çevreyi korumak’ yazmakla önlenecekmiş gibi durmuyor. Daha az enerji kullanmak, daha az atık üretmek, karbon emisyonunu azaltmak gezegenimize önem verdiğini göstermenin yollarından sadece birkaçı.
İşte bu nedenlerle, McDonald’s 15 yıl önce paket malzemelerini azaltarak başladığı çevreciliğine, yakın geçmişte, yürüttüğü yeşil çalışmaları hakkında teknolojik yollarla bilgilendirme çalışmalarını ekledi; firma web sitesinde çevre hakkında bloglar kurdu ve podcast kullanıyor. Starbucks, “Gelecek gençlerindir” diyerek, onlara ulaşabilmenin en ideal yolu olan sanal ortamda ‘yeşil’ temalı bir online oyun dizayn etti. Hilton otelleri, otelini daha yeşil yapan yöneticiye daha fazla performans primi veriyor

ŞİRKETLER NE KADAR ÇABALIYOR?
Türkiye, Amerika’yla birlikte Kyoto Protokolü’nü imzalamayan ülkelerden. ABD’nin yıllık karbon emisyonu 5.5 milyar ton. ABD, böylece tüm dünyadaki emisyonun yaklaşık yüzde 24’ünü tek başına gerçekleştirmeyi başarıyor. Türkiye ise sera gazları salımlarını en hızlı arttıran ülke gibi gözüküyor. Ülkemiz daha küresel ısınma için sorumluyu arama aşamasına gelmedi, ama Amerika’da dava görüleli çok oldu. MindClick Grup tarafından yapılan son araştırmaya göre, Amerikan halkının yüzde 60’ından fazlası, küresel ısınmadan ‘hükümet’i ve ‘büyük firmalar’ı sorumlu tutuyor. Bush, petrole bağımlılığı azaltmak istese de, Kyoto Protokolü kapsamında gerekli olan mecburi gaz emisyonu kesintilerine, ekonomiye zarar vereceği için karşı çıkıyor. Halk da buna tepki gösteriyor. Her ne kadar küresel ısınma, yeni başkan adaylarının kampanyalarının önemli bir maddesi olmayı başarmış olsa da, artık hizmet dönemi tamamlanmak üzere olan Bush hükümeti halen olumlu algılanacak bir girişimi başlatmış değil.


Diğer taraftan, hükümete yeğ tutulsalar da, firmalar da meseleyi tam anlamıyla ele almakta zayıf kalıyor. Kendileri ‘yeşil yeşil’ baka dursun, yaptıkları pek de yeşil durmuyor. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Climate Counts, geçtiğimiz aylarda önemli büyük firmaları ‘küresel ısınmaya karşı gösterdikleri çaba’ya göre grupladı. Bunu yaparken, karbon emisyonlarını ölçümlemeleri, iklime olumsuz katkılarını azaltmak için çabaları, küresel ısınmayla ilgili kanunlara verdikleri destek gibi, 22 ayrı kriter gözetmişler. Yapılan hesaplama sonucu, sekiz ayrı sektörden 56 firmaya, 0 ila 100 arasında bir puan veren firma, Canon firmasını 77 puanla birinci sıraya oturtmuş. Takiben Nike (73 puan), Unilever (71 puan) ve IBM (70 puan) geliyor.


Ancak acı olan, 70 puanın üzerinde bir puanı sadece bu dört firmanın alabilmiş olması. Arkalarından gelen firmaların skorları ciddi bir şekilde düşüyor. Medya sektörünün lideri NBC’nin sahibi General Electric 61 puan alırken, News Corp. 57 puan alarak ikinci sıraya oturabilmiş. Procter & Gamble 53, SAB Miller (bira) 48 puan alabilmiş. Yoğun aktiviteler yürüten Starbucks 46, Yahoo ise 36 puanda kalmış. Belki niyet iyi ama sonuç yok. Dünya devlerinin bile daha alacağı çok yol var gibi.

BİREYSEL SAVAŞ
Kurumların küresel ısınmayla savaşa katkıda izleyebilecekleri bir diğer önemli yol da, personellerinin meseleye karşı farkındalıklarını artırmaları ve bireysel bazda yapabilecekleri konusunda bilinçlendirmeleri.
Gelişmiş ülkelerdeki firmalar bu konuda, düzenledikleri özel eğitim programlarıyla, epey yol almış gözüküyor. Peki ya Türkiye’deki kurumlar? İşte bunu anlayabilmek için bu hafta İnsankaynaklari.com’la anketimizi bu konuya ayırdık. Ancak sonuçlara geçmeden önce ufak bir ek bilgi. Biliyorsunuz, ülkemizde ‘bilişsel öğrenim’ açısından en etkin kanal, ne okul, ne aile, ne kitaplar, acı ama gerçek ‘medya’, ağırlıklı olarak da ‘görsel medya’. MTM firması da, sanıyorum bu gerçekten hareketlenerek, şubat ayında ulusal ve yerel olmak üzere 1600 adet gazete, dergi, TV kanalı ve internet haber sitesinde yayımlanan ‘küresel ısınma’ haberlerini tek tek inceleyerek rapor haline getirmiş.
Rapora göre konu, ocak ayında aynı mecralarda 1.739 kez haber olurken, şubat ayında bir önceki aya oranla yaklaşık üç kat artış göstermiş. İşte bu güzel, demek ki medyamız üstüne düşeni yapmaya kararlı. Peki şirketler bu konuda üzerine düşeni yapıyor mu? Görünen o ki daha değil.
Anketimize cevap veren çalışanların sadece yüzde 7’si, kurum olarak ‘küresel ısınma’ konusunda eğitim aldıklarını söylemiş. Yüzde 67, firmasında bu konuya yönelik bir bilgilendirme almadığını söylemiş, ancak bu kişilerin yarıdan fazlası, kendi bildikleriyle (muhtemelen medya üzerinden) bir şekilde meseleye duyarlı davranmaya çalıştıklarını da ifade etmiş.
Firmalara, özellikle de kurumlar nüfusunun yüzde 99’unu oluşturan KOBİ’lere, reklam spotu tadında bir not: Kurumunuz, belki atmosfere zararlı gazlar salmıyor olabilir ama bilinçsiz bireyleri topluma salmak da önemli bir tehlike. Gelin ‘sözde’ değil, ‘özde’ yeşil olun, geleceğimizi kurtarmada sizin de payınız olsun.

OFİSİNİZDE KÜRESEL ISINMAYA KARŞI EĞİTİM ÇALIŞMASI YAPILDI MI?
Evet, bu konuda bir eğitim aldık, yapılması gerekenleri uyguluyoruz.
Yüzde 5,90
Evet, bu konuda bir eğitim aldık ancak uygulamaya geçilmedi.
Yüzde 1,34
Bir eğitim olmadı, ama bildiğimiz kadarıyla özenli davranmaya çalışıyoruz.
Yüzde 36,40
Hayır, hiç bilgilendirilmedik.
Yüzde 36,52
Küresel ısınma mı, o ne?
Yüzde 25,84
insankaynaklari.com

Bu yıl 10 şirketten 4’ü ücretleri düzeltecek

2008’in Türkiye’de zor geçeceği yılın başından beri hemen her ortamda konuşuldu. Herkes temkinliydi, iş dünyası ihtiyatlı ilerlemeyi seçmişti. 2001 krizinden ders alınmış bir duruş sergileniyordu. Ve çok geçmeden anlaşıldı ki, bu kontrollü adımlar istihdam artışını da etkiledi, etkiliyor.Yaklaşık 13 yıldır insan kaynakları, yeniden yapılanma, kurumsallaşma konularında danışmanlık hizmeti sunan Prometheus Danışmanlık’ın Genel Müdürü M. Yücel Atış, iş dünyasının eleman alımında bu yıl eskisinden çok daha dikkatli olduğuna işaret ediyor. O da istihdam anlamında frene basıldığı konusunda hemfikir.
Yatırımlardaki ve istihdamdaki değişiklikleri yakından izlemeye çalışan Prometheus Danışmanlık, yılda iki kere ücret eğilimlerini ölçen bir araştırma yapıyor. Atış, 300 şirketin katıldığı bu araştırmadan çıkan taze verilerle süslediği konuşmasında, yılın ilk altı ayının istihdam bakımından durgun geçmesini beklediğini söylüyor.2001 krizi akla geliyor hemen, bu süreçte işten çıkarmalar yaşanabilir mi?
ADAM ÇIKARMAYI ÖNERMİYORUZ’
Ne kadar içinizi rahatlatır bilemiyorum ama Atış’ın bu soruya verdiği yanıt şöyle:“İşten çıkarma çok olmaz, çünkü Türkiye 2001 krizinden ders aldı. 2001 krizinde ilk tedbir olarak çalışanların işine son verilmesi şirketlerin imajlarını çok kötü etkiledi. Bunu tercih eden şirketler daha sonra yeni eleman almakta çok zorlandı. İş arayanlara çekici gelen şirketler İK uygulamalarıyla ölçülüyor artık. 2001 krizi hem patronları hem de İK’cıları eğitti. Biz danışmanlar da bu nedenle adam çıkarmayı önermiyoruz.”Atış’a göre tercih edilen yöntemlerse şöyle: Emekliliği gelenler çıkarılıyor; ayrılanın yerine yenisi alınmıyor; askere gitmeyi bekleyene gitmesi, doğum yapmayı düşünene bu yıl yapması öneriliyor. Yani ‘doğal bir geçiş süreci’ oluşturulmaya çalışılıyor.
Sormadan yapamayacağım: “Acaba şirketlerin bu yıl işten çıkarmayı tercih etmemesinde 2001’de yeterince çalışanın işine son verip sonra da istihdamı artırmamaları da etkili değil mi? ”Atış, şirketlerde çalışan sayısının çok olmadığını belirtiyor:“Dışarıya çıkarılacak adam da yok. Potansiyeli kullanmayı öğrendik aslında; kişilerin var olan tüm yeteneklerinden yararlanabilecek İK politikalarını uyguluyoruz.”
ÜCRETLER DÜZELTİLECEK’
Bu yılın zorlu sürecinde turizm sektörünün hareketli olacağına, şirketlerin prim sistemine önem vereceğine ve dış kaynak kullanımının artacağına inanan Atış’tan çalışanlar için iyi bir haber var. Atış’a göre yıl ortasında ücret düzeltmeye gidecek şirketlerin sayısı fazla. Atış, “Eleman alınmayacak ama 10 şirketten 4 tanesi özellikle kilit, çekirdek, performans gösteren kadroları elde tutmak için yıl ortasında ücretleri revize edecek. Yani enflasyona dayalı düzeltme yapılacak” diyor.
Atış, orta ve üst kademe yöneticilerine genellikle bu ay dağıtılan primlerde kesintiler görüldüğüne de işaret ederek bu durumun kilit kadrolarda değişime neden olacağını da ileri sürüyor. Nitekim bazı değişiklikler görülmüş bile:“Genel müdür ve yardımcıları düzeyinde hareket başladı; perakende, bankacılık, sigortacılık, otomotiv ve lojistikte bu değişimleri göreceğiz. Hepimizin hayretle ‘ayrılmış’ dediği yirmi, otuz kişi olacak.”

--------------------------------------------------------------------------------
İŞ ARAYANLARA, ÇALIŞANLARA, YÖNETİCİLERE ÖNERİLER

Peki, zor geçen bu yıl iş arayanlar, çalışanlar ne yapacak? Yöneticiler nelere dikkat etmeli? İşte Yücel Atış’tan bazı öneriler:
*Bulduğunuz işe “Evet” deyin. Bu yıl önünüze -özellikle ilk altı ayda- çok fazla teklif gelmeyecek. *Bu yıl çok fazla ücret pazarlığına girmeniz mantıklı değil.

*İş hayatına ne kadar erken girerseniz o kadar iyi. Deneyimliler için de evde oturmak kadar kötüsü yok. En çok dört haftadan sonra işsizlik psikolojisi çöker, sonrası daha zor.

*Çalışıyorsanız bu dönemde işinizde kalın, gözünüz dışarıda olmasın. İş bırakmak için iyi bir dönem değil. Unutmayın, bu yıl şirketlerle pazarlık yapmak, rest çekmek doğru olmaz.

* Bu tür dönemlerde biraz daha fazla performans göstermelisiniz ki, şirket “Evet, bu kişi bizim için önemli” diyebilsin.

*Anadolu’daki şirketler iyi paketler sunuyor. Onlardan gelen teklifleri göz ardı etmeyin. ‘İlla İstanbul’da bulunsun, imajı iyi bilinsin, çok uluslu bir şirket olsun’ diye bakarsanız yanılırsınız. *Yöneticiler bu dönemin çalışanlar ve iş arayanlar için stresli olabileceğini bilmeli: Biraz daha anlayışlı ve esnek olun.

*Dört dörtlük bir eleman yerine, dört üçlük bir eleman alıp ona yatırım yapmayı denemeniz de yarar var. Belirli üniversitelerden mezun olup olmadığına bakmak yerine potansiyeli, başarıya isteği ve ihtiyacı olanları işe alın. Anadolu üniversitelerinden çıkan başarılı arkadaşlara da kapıları açın.

insankaynaklari.com

Billabong'u Türkiye'ye getirdi, şimdi yurtdışında büyütecek

10 Nisan 2008 Perşembe


Dünyanın önde gelen sörf ve extreme spor ekipmanları markası olan Billabong'u Türkiye'de yeniden konumlandırdıktan sonra arka arkaya mağazalar açan Sport Point, şimdi de bu dev markayı yurtdışına taşımaya hazırlanıyor.
Olgarlar Limited Şirketi bünyesinde faaliyet gösteren Sport Point, yaklaşık 20 yıl önce Bakırköy'de bir mağaza ile başladığı yolculuğuna bugün 300'ün üzerinde mağaza ile devam ediyor. Eski bir deniz subayı olan ve Kıbrıs Barış Harekatı'nda 'Gazi' ünvanını Güven Olgar ile Kadriye Olgar tarafından kurulan şirket, son yıllarda hem yeni markalarla hem de yeni mağazalarla piyasadaki varlığını kuvvetlendiriyor. Kayak, snowboard, tenis, sörf ve dağcılık gibi extreme spor ürünlerinin ağırlıkta olduğu Sport Point'ler şimdi yurtdışına çıkma hazırlıkları yapıyor.
Son olarak 1973 yılında Avustralya'dan doğan ve sörfçülerin çok yakından bildiği bir marka olan Billabong'u Türkiye'de sahil kesimlerinde hızla yayan Sport Point, markayı daha da büyütmenin planlarını yapıyor.
Billabong Türkiye CEO'su Özhun Olgar, şirketin hedefleri ve önümüzdeki döneme yönelik projelerini anlattı...
BU MARKA SOKAK KÜLTÜRÜNÜ TEMSİL EDİYOR
Billabong'un Türkiye'de birebir muadili olmayan bir marka olduğuna işaret eden Olgar, hedef kitleleri ile ilgili şunları söyledi:
"Turkiye'de gençlere yönelik, belli bir yaşam tarzını simgeleyen giyim markası eksiğini olduğunu düşündük. Billabong birebir muadili olmayan, sanat, rock, sörf, kaykay, snowboard ve sokak kültürlerini simgeleyen bir marka. Sıradışı tasarımları ile gençlerin kendi hayat felsefelerini topluma anlatmalarına yardımcı oluyor."
HEDEF 300 MAĞAZA
Billabong ile kendi alanında büyük bir atağa geçen şirket, mağaza sayılarını da artırıyor. Billabong ürünlerinin Turkiye'nin hemen hemen her ilinde 180'e yakın satış noktasında sergilendiğini kaydeden Olgar, bununla beraber toplam 25 adet Billabong mağazası olduğunu kaydetti. 2010 yılına kadar satış noktalarını 300'e çıkarmak istediklerinin altını çizen Olgar, şunları söyledi:
"Aslında bu çok daha hızlı olabilir ancak satış noktalarının marka imajına uygun olması gerekiyor. Bu nedenle çok seçici oluyoruz. Markanın ruhunu taşıyan yerlerde sergilenmesi gerektiğini düşünüyoruz."
YURTDIŞINA AÇILIYOR
Sport Point, Billabong'u sadece yurtiçinde yaymayı değil, ayrıca yurtdışına da taşımayı planlıyor. Özhun Olgar, yurtdışını planlarını şu sözlerle anlatıyor:
"Şu anda Kuzey Kıbrıs, Cezayir, Fas, Azerbaycan ve Tunus'ta satış noktalarımız mevcut. Bunların yanında Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan'a da mağaza açacağız. Ayrıca yakınlarda Romanya da bizim kontrolumuze girecek."
Billabong'un yeteri kadar büyük bir sorumluluk ve büyük bir iş olduğunun altını çizen Olgar, artık yeni bir markanın distribütörlüğünü almak istemeklerini belirtiyor. Olgar, "Yeni bir marka düşünmüyoruz. Zaten Billabong başlı başına çok büyük bir iş. Dünya çapında 1,5 milyar dolar cirosu olan bir marka bu. Amacımız markayı en iyi şekilde yönetmek. Yola çıkış noktamız 'herkez Billabong giysin' değil. Billabong felsefesini kendi hayat felsefesi gören, bu ruhu yaşayanlar giysin istiyoruz. Bizim için kalite vazgeçilmez bir unsur."diye konuştu.
PİYASADAKİ SIKINTI BİZİ İLGİLENDİRMEZ
Olgar'a son dönemde piyasada yaşanan sıkıntıların işlerini etkileyip etkilemediğini de sorduk:
"Piyasada ciddi bir sıkıntı olduğu doğru ancak biz farklı bir kulvardayız. Biz her zaman giyim sektöründe kökleri olan ve bir felsefeyi ifade eden, ruhu olan markaların yola zorlanmadan devam edebileceğini savunmuştuk. Ve bugün haklı olduğumuzu görüyoruz... İşinizi benimsemek ve yaşamak zorundasınız. Markanın bir ruhu, kişiliği, kimliği olmalı. Nitekim Billabong farklı bir marka, benzeri olmayan, özgür, biraz da aykırı ve sıradışı. Bu nedenle genelleme bizi pek bağlamıyor."
hürriyet