Londra’dan Hizmet Manzaraları

23 Haziran 2008 Pazartesi


Müjgan Özçay
Soysal Danışmanlık

Ben Amerika’dayken....”, “Ben Paris’teyken....”, “Ben İtalya’dayken.....” diye başlayan konuşmalardan hiç haz etmem. Kendim de bu tür girişlerden kaçınmaya çalışırım ama bu yazının konusu beni böyle bir başlangıca mecbur bıraktı:
“Birkaç hafta önce Londra’daydım.” Müzeler gezdim, oyunlar izledim ve tabii iletişimle, hizmetle ilgili pek çok izlenimi de ister istemez beraberimde getirdim. Sizlerle paylaşmak istediğim birkaç tanesi var ki, kendi uygulamalarımızla ilgili yüreğimize su serpecek nitelikte.
Öncelikle şunu belirtmeliyim; Londra’da özellikle mağazacılıkta hizmet bizim istediğimiz oranda “güler yüzlü” değil. Evet, kibar, saygılı, dozunda bir yakınlığı içeriyor ama olumsuz örneklerine en ünlü firmalarda bile kolayca ve sıklıkla rastlayabiliyorsunuz. Örneğin; Regent Street’in üzerinde kadın-erkek giyimi satan şık bir İtalyan markasının üç katlı şık mağazasında yarım saate yakın kaldığım halde tek bir satış danışmanı yanıma gelmedi. Üç katlı dediysem, müşterilerin doldurduğu dev boyutlu katlar anlaşılmasın lütfen. Üç küçük katta butik usulü çalışan bir mağaza. Tüm ürünlere bakıp, birkaç ceket denemem 15 dakikamı aldı. Ne yardımcı olmaya yeltenen çıktı, ne de aynı kata ikinci kez çıkıp, rafları karıştırdığımda ne aradığımı merak eden oldu. Ben de arkadaşları beklerken kasanın karşısındaki koltuğa oturup ödemelerle ilgilenen iki çalışanın sırada 3 kişi varken bir müşterinin ödemesinin 10 dakika sürmesi için nasıl yavaş hatta beceriksizce davrandığını izledim. Ruhum daraldı!
Bir gece saat 22:45 civarında hem ısınmak hem dinlenmek üzere pek çok ülkede bulunan zincir kafelerden birine girdik. İçerisi müşteri dolu! Pis bir boş masa bulup oturduk, içimizden biri kahve ve çörekleri almaya gitti. Baktım gelen giden yok, masayı topladım, temizledim, bize uygun bir düzene koydum. Arkadaş siparişlerimizi getirdi, tam kahvelerimizden bir yudum alıyorduk ki, ufak tefek esmer (yüzü bile gözümün önünde) bir görevli kafenin ortasında bağırmaya başladı: ”We’re closing! We’re closing!” (Kapatıyoruz!) Kafe müşteri dolu! Hatta biz otururken gelip sipariş sırasına girenler bile oldu. Beş dakika içinde tüm müşterileri lokmaları ağızlarında, içecekleri ellerinde kapının önüne koydular. İşin kötüsü siparişleri alırken saat 23:00’de kapatacaklarını size söylemiyorlar, sorarsanız da geçiştiriyorlar ve o an geldiğinde sizi çıkarmak için tam bir despot kesiliyorlar. Ne bir özür, ne biraz nezaket!
Tavsiye edilen ünlü bir Çin restoranına gittik. Pek çok lokantada rastladığımız gibi burada da garsonların sohbet grupları oluşturup, müşterilerden çok kendi meseleleri ile ilgilendiklerini gördük. Öyle ki yemeğin başında buruşturulup masanın kenarına konulan kocaman kullanılmış peçete yumağı yemek, şarap vs. getiren garsonlarca en az bir saat boyunca sağa sola itiştirildi. Asla alınmadı. Biz kalkarken hala masadaydı!
Olumsuz izlenimlerimiz çok ama taksisine bindiğimiz çoğu şoförün nazik ve kolaylayıcı olduğunu, inmek istediğiniz durağı sorduğunuz otobüs şoförlerinin zamanı geldiğinde üst katta bile olsanız unutmayıp, size kibarca haber verdiklerini de yazmalıyım.
Kısacası iyisiyle, kötüsüyle, kabasıyla, kibarıyla insan her yerde aynı! Özenli, ilgili, bilgili davranırsa hayran oluyoruz, tersini de nerede bulursak bulalım yeriyoruz.
Saygılarımla!...
Soysal Danışmanlıkhttp://www.soysal.com.tr/

0 yorum: