Türkiye'nin liderlik coğrafyasında zirve yapmış insanların başında Nejat Eczacıbaşı gelir. Kendisini tanıma mutluluğuna erişmiş biriyim. İrşatlarından ve dünya görüşünden uzun zaman etkilendim. Olağanüstü nezaketiyle girdiği her ortamda insanları teşhir eden tılsımlı bir özelliğe sahipti.
Bu tür insanların kendi çevrelerinde yarattığı etkiye bizim kuşak "kişiliğin rüzgârı" adını takar. Bu "kişilik rüzgârı" yalnız "gerçek önderlerde" bulunur. Şimdi "liderlik" her yerde konuşulup ucuzladığı için "önder" ile "lider" ifadesini özellikle birbirinden ayırıyorum.
Burada "önder" sözcüğünü sözgelişi kullanmadım elbet. Nejat Eczacıbaşı'nın bu "önderlik" vasfına bazı işadamlarında kolay kolay rastlanmaz. Cumhuriyetin ve çok partili dönemin başlangıç yıllarında patronlar genellikle devletten insan devşirerek girişimciliğe adım atmışlar ve ancak öyle başarılı olmuşlardır.
Bunca "büyük patronun" yaşamını inceledim ve çoğunu da tanıdım. Girişimcilik söz konusu olduğunda bilhassa iki insanın kendi akli yapılarına göre karar aldıklarını gördüm. İşte bunlardan biri merhum Nejat Eczacıbaşı; diğeri ise Allah uzun ömür versin bir önceki hafta bu sütunlarda yer verdiğim Selçuk Yaşar'dır.
Bu "önderlik" konusu tamamen bireysel psikolojik özellikleri olan esrarlı bir iştir. Girişimcilikte "önder" olanlar genellikle kendi dünyalarının sezgilerine göre karar verirler. Eski tabirle "meşveret" (danışma) esas olsa da, konu girişim olunca daima onların kararı geçerlidir. Görüş alışverişinde bulunmak, onlar açısından kendi imal etmiş oldukları fikirlerin çeşitlenip filizlenmesini sağlamak içindir. Bir bakıma çevresindeki insanları işe koşmanın ve onları zihnen konsantre edip verimliliği arttırmanın da bir yoludur bu.
Olağanüstü centilmen
İşin garip tarafı İzmir'den çıkan "büyük patronlar" hep bu "oğlak burcu"nun sihirli kozmik gücü içinde dünya gelmişlerdir. Emreden, takip eden ve disiplini hep ön planda tutan olağanüstü bir yönetim anlayışını temsil eder onlar.
Benim için bu keşfin bir özelliği daha vardır: İzmirli büyük patronlar ve onların bir önceki baba kuşağı bu özellikleri adeta asıl girişim dalgasını yaratacak çocuklarına aşılamışlardır. Bu silsile devam edip gitmektedir hâlâ. Bana göre işin sırrı, esasen bünyelerinde var olan uygarlık perspektifini girişimcilikle ilgili gözlem gücüne uyarlamaları ve bir sonraki kuşağa devretmeleridir.
Nitekim Nejat Eczacıbaşı baba mesleği eczacılığı daima önemsemiştir. Babası Süleyman Ferit Bey Türkiye'nin ilk eczacılarındandır. İzmir'de önce 1909'da "Tilkilik"de sonra 1911'de "Kemeraltı"nda eczane açar. 1902'de Adana'da Mustafa Rifat Gülek tarafından kurulan ilk Türk eczanesinden hemen sonra birkaç milli girişimden biridir bu. Ama Süleyman Ferit Bey'in bir özelliği daha vardır. İlk eczanesinde kendi ürettiği "majistral müstahzarları" "diş preparatlarını" ve "Reve d'Or misali kolonyaları" satar. Bu ufak ölçüdeki "ilk milli laboratuar" belki de ulusal ilaç sanayiinin başlangıç noktasıdır. Bu vasfı ona resmi anlamda "Eczacıbaşılık" unvanını kazandırmıştır. Soyadı kanunu çıktığında Süleyman Ferit Bey'in "Eczacıbaşı" lakabı böylece tüm aileye isim olur.
Bilim insanı duyarlılığı
Nejat Eczacıbaşı'nın girişimcilikle ilgili ilk deneyimleri "Kemeraltı Şifa Eczanesi"nin küçük laboratuarında geçse de 1930'ların başında Almanya'da olgunlaşır. Kimya eğitimi için gittiği "Mannheim" yakınlarındaki "Heilderberg"de iyi bir gözlemci haline gelir. "Ruprecht-Karls Universitaet Heidelberg" deki öğrenciliği sırasında Almanya'yı keşfetmiş, yeniliği ve farklı olmanın sırlarını yaşam felsefesi haline getirmiştir.
Bu "pittoresque" kentin romantik silueti içinde yıkık kent sarayının ortasına kurulmuş "Eczane Müzesi" (Deutsches Apothekes Museum) onda İzmir'den bu yana kafasında tasarladığı "ilaç endüstrisi" fikrini uyandırmıştır. Ama düşündüğü asıl projelerin daha da olgunlaşması için 1930'ların sonuna doğru Berlin'de geçecek günleri beklemesi gerekir.
ABD'de kazandığı yüksek kimya diplomasını Berlin Üniversitesi'nde "doktora"yla tamamladıktan sonra bir ara Almanya'da öğretim üyesi olarak "kariyere kalma" arzusu duyar. Şimdiki "Max Planck Enstitüsü" o zamanki ismiyle "Kaiser Wilhelm Enstitüsü"nde Prof. Dr. Adolf Friedrich Butenandt'ın asistanlığını yapar. Kendisinden 10 yaş büyük Prof. Butenandt cinsiyet hormonlarını tanımlayarak tıpta devrim yapan genç bir hocadır.
Bu "Nobel"li hoca 1954'de Türkiye'ye gelecek Nejat Eczacıbaşı'nın iki yıl önce kurduğu modern ilaç fabrikasında kendi geliştirdiği zamanın en önemli keşfi "sentetik kortizon hormonu"nun ilaç olarak üretimine de tanıklık edecektir.
Onlarca marka yarattı
Nejat Eczacıbaşı'nın hep soyadından dolayı girişimlerine ilaçla başladığına inanılır. Bir ölçüde doğrudur da... Daha 1942'de Laleli'deki "Tayyare Apartmanları"nın yanı başındaki küçük bir laboratuarda vitamin imalatıyla işe başlamıştır.
O zamanlar İstanbul'da "İbrahim Ethem'in İlaç İmalathanesi" ile "Necip Akar'ın Gripin Laboratuarı"ndan başka doğru dürüst yerli ilaç imalatçısı yoktur. "Zambo Çocuk Maması", "Kina-C Kuvvet Şurubu", "Kiniumol İştah İksiri", "Vitabiol" gibi mamullerin yanında "Nörobromin" ve "Tonisan Elixir" gibi Türk eczacılarının ürettiği harcıâlem yerli ilaçlar artık eczanelerde satılır olmuştur. Devir "ince hastalığın" (tüberküloz) kol gezdiği devirdir. En çok da vitamin preparatları "hekimlerin ilgisine mazhar" olmaktadır.
Nejat Eczacıbaşı da "D Vital" adlı vitamin ilacıyla işe başlar. Sonra Galata'da faaliyetine devam eder. 1950'de kurulan "Sınaî Kalkınma Bankası"nın "Marshall Yardımı" ağırlıklı kredilerinden yararlanma yeterliliğini gösterince ilk modern ilaç fabrikasını 1952'de Levent'de kurar (şimdiki "Kanyon"un arazisi üzerinde).
Eczacıbaşı İlaç Fabrikası o günkü ölçülere göre dev bir işletmedir. Son derece modern teçhizat ve laboratuar gereçleriyle donatılan fabrikada özel üniformalı işçiler çalışmaktadır. Sonra bu "muazzam fabrika" daha da büyüyecek başta "Milli Müdafaa Vekâleti" olmak üzere devletin cümle "Memleket Hastaneleri"nin temel ihtiyaçlarını buradan karşılayacaktır. Ve zamanla Amerika, İsviçre ve Almanya'dan kimi lisanslı ilaçlar yine burada üretilecek işler daha da büyüyecektir..
Nejat Eczacıbaşı ilaçla uğraşmaya başladığı yıllarda Almanya'daki tespitleri ve Türkiye'de Muhsin Demironat, Füreya Koral ve Aliye Berger gibi dostlarının teşvikiyle önce Galata'da başlayan seramik çalışmaları da girmiştir devreye.
Sonra girişim hayalleri Kartal'da bir seramik fabrikasına dönüşür. Rebii ve Bedii Gorbon kardeşler dahi bu girişime fikren destek olurlar. Ortaya zamanın modern işletmelerinden "Dr. Nejat Eczacıbaşı Seramik Fabrikaları" çıkar. Sadi Diren'in katkılarıyla sonraları burada harika sanat eserleri de üretilecektir.
Alman "Vitra Furniture"ı bile gölgede bırakan "Vitra" markasının doğuşuyla seramik işi dünyaya açılacak ve uluslararası yepyeni bir marka doğacaktır.
İşte bugün Eczacıbaşı Topluluğu 10 bin çalışanı ve 3.5 milyar dolara yaklaşan cirosuyla "Artema", "Selpak", "Solo" gibi jenerik olmuş onlarca markayla yoluna devam ediyor.
Tüm bu dev markalara rağmen "Oralet" gibi sınıfının temsilcisi olmuş "orta halli" bir markanın 1960'lardaki ilginç girişim hikâyesi bile Nejat Eczacıbaşı'nın nedenli başarılı bir girişimci olduğunu açıklamaya yeter. Ben bu büyük insana sonsuz rahmet dileyerek hatırımda kalan satırbaşlarını burada noktalıyorum.
Ancak son bir notu da atlamak istemiyorum: Bugün hızla evrimleşerek dünyaya açılmış Eczacıbaşı Topluluğu'nun gelişmesinde Nejat Bey'in hem genetik hem de fikri varisi Bülent Eczacıbaşı'nın imzası vardır. Onun yarınlara bakışı Türkiye'nin geleceğini okumak adına benim için büyük değer taşıyor. Bu konuyla ilgili bir söyleşiyi de bir başka yazımda ele alacağımı ümit ediyorum.
Çağdaş girişimin ne olduğunu ondan öğrendik
16 Mayıs 2008 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder