Çırak olmadan usta olunmaz

18 Şubat 2008 Pazartesi

Diamond Mücevherat’ın sahibi Naci Şenocaklı (65), "Mücevhercinin Sırları" adlı bir kitap yazdı. Şenocaklı kitapta mücevhercilik tarihi, değerli taşlar ve mağazacılık konusundaki deneyimlerinin yanı sıra, 13 yaşında kuyumcu çırağı olarak adım attığı meslekte nasıl ilerlediğini de anlattı. İşte onun kuyumcu çıraklığıyla başlayan, yeri geldiğinde işportacılık ve şarkıcılık dahi yaparak yükseldiği iş yaşamının öyküsü.

Naci Şenocaklı mesleğe başladığında 13 yaşındaydı. Ortaokul 1’deyken okulu bıraktı, abisi gibi Kapalıçarşı’daki kuyumculardan birine çırak oldu. Öğrenmeye çok meraklıydı. Aldığı 20 lira haftalık yola ve yemeğe bile yetmese de halinden memnundu. Atölyeyi temizliyor, aletleri inceliyordu. İlk önemli görevi, bakırdan alyans yapmak olmuştu. Ancak yanında çalıştığı Ermeni usta dönemin diğer ustaları gibiydi: Mesleğinin sırlarını öğretmekten kaçınırdı. O bunu, kuyumcuların altınlarını erittikleri ve tel veya astar haline getirdikleri yer olan ocağa gittiği bir gün, usta ve kalfaların ona yaptıkları işi izlememesini, hatta yanlarına yaklaşmamasını söylediklerinde iyice anladı. Bu durumun da etkisiyle, gel benim yanımda çalış, diyen başka bir ustanın çağrısına uydu. Ancak bu usta haftada 10 lira veriyordu, aldığı para yarıya inmişti. O yine de tutunmanın bir yolunu buldu. Burada çalıştığı sırada aynı zamanda, dükkanın önündeki tezgahta hurda altın alıp satan adama müşteri yollamaya başladı. Ondan aldığı hanut, yani komisyonla yol ve yemek parasını çıkarmayı başardı. İş öğrenmenin, bir meslek edinmenin para kazanmaktan daha önemli olduğunu, bu döneme ait bir anısından hareketle anlatıyor Şenocaklı: "O zaman evimiz Okmeydanı’nda. Çalıştığım yer de Kapalıçarşı. Bir gün canım tatlı istedi, seyyar tezahta satılan şam tatlısı. Tatlıyı yedim fakat yol paramı verdim tatlıya. Mecburen eve yürüyerek gittim. Bu yaşadıklarım, işi öğrenebilmek için yok pahasına çalışmanın örneği. Şimdiki gençler 2 aylık kursa gidiyorlar, ben tasarımcıyım diyorlar. Kısa süre sonra da sıkıldık diye bırakıyorlar. Bu işi öğrenmek istiyorlarsa girip çalışmaları, işin çıraklığını yapmaları, her işi yapmaları lazım."
BİR ATÖLYEDEN DİĞERİNE

Ustasının el vermek istemediğini, yani mesleği ondan da öğrenemeyeceğini anlayınca iş değiştirdi. Yeni ustası sadece yüzük yapıyordu ve 40 lira haftalık verecekti. İlk bakışta şartları gayet iyi gibi görünen bu ustayla çalışmanın zorluğunu, işe girdikten sonra öğrendi. Adamın psikolojisi normal değildi, zaman zaman kafası attığında, asıp kesmekle tehdit ederdi. 3-4 yıl böyle geçti. Yine iş değiştirmenin zamanı gelmişti. Bu kez satış tarafında, iki ortağın mağazasında çalışmaya başladı. Bu ortaklar konsinye mal alıp satıyorlardı. Ancak çapkınlıkları yüzünden, yani güzel kadınlara veresiye mal verdikleri için battılar. Bu iki ortak, yıllar sonra onun mağazasında çalışacaklardı.
Çalıştığı dükkan kapanınca, yan dükkana geçti. Bir ana-oğulun birikimleriyle açtıkları bu dükkanda çalıştığı sırada, mesleğinde bilmesi şart olan bir şeyi daha öğrendi: Hırsızlara karşı gözü açık olmayı! Turistlere satış yaptığı bir sırada, tabladan bir yüzüğün eksildiğini fark etti. Polise bildirdiler. Karakol yolunda, turistlerden birinin kemerine sıkıştırdığı yüzüğü atmaya çalıştığını gördü. Hırsızlar suçüstü yakalanmıştı.
Sonraki iki işi kısa süreli oldu: "Erzurumlu bir aileye ait 2 katlı bir dükkanda çalışıyordum. Bir gün bir paket teslimatı için bir yere gittim. Oradaki adam, sen yakışıklı çocuksun, senin ablan güzel mi, dedi bana. Kardeşim sen ne vereceksen ver bana, ablamın güzelliğinden sana ne, dedim. Sinirlendim tabii. Adam beni şikayet etmiş. İşe gidince attılar beni. Sonra başka bir atölyeye geçtim, orada kolum kırıldı, tedavisi uzayınca işten atıldım."
İŞPORTACILIK VE MÜZİSYENLİK

19 yaşındaydı. Askere gitmesine az kalmıştı. Gündüzleri çantacılık yapıyor yani elinde çantayla altın pazarlıyor, bir de bayram gibi alışverişin yoğun olduğu dönemlerde Mahmutpaşa’da çorap satıyordu. Bir yandan da geceleri şarkı söylemeye başladı. Hatta Yurdaer Doğulu ve Nilüfer Koçyiğit’ye bir turneye çıktı, zamanın meşhur mekanı Kulüp 12’de sahne aldı. Bu dönemde Huysuz Virjin, Zeki Müren gibi ünlülere de özel tasarım ürünler yaptı. Askerden döndükten sonra, onu motive edecek bir olay yaşadı: "Yine çantacılığa başladım. Altınları satmak için Anadolu’yu dolaşmaya başladım. Dolaşmaya Erzincan’dan başladım. Altınları Kuşadası’nda sattım ama maliyetine. Bu fiyata verirsen alırım dedi birisi, ben de geri mi döneceğim nasılsa gitmişim oraya, verdim. Bunları altınları satın aldığım abiye anlatınca, yahu niye verdin dedi. Ne fark eder ki ben kazanmadım sen kazandın, dedim. Bana, sen büyük adam olacaksın unutma, dedi. O bana çok büyük moral oldu."
Anadolu seyahatinde uğradığı Kuşadası’na hayran kaldı, burada iş yapmaya karar verdi. Kalenin yakınında hediyelik eşyalar ve kendi tasarladığı takıları satmaya başladı. Tezgaha koyduğu takılar anında satılıyordu. O yaz bir araba parası kazandı. O parayla Beyoğlu’ndaki Anabala Pasajı’nda 5-6 metrekarelik bir dükkan buldu, orayı devraldı. Yıl 1974’tü. Dükkanı devraldığı Rumların mağazasının adı Diamond’dı. Onların, "Bu ismi değiştirme, bizim müşterilerimiz var, sana gelirler" tavsiyesine uydu. Müşterilerinin yüzde 80’e yakını Nişantaşlıydı. Özel tasarım müşterileri, "Aman Naci Bey, Nişantaşı’na gelin" diyorlardı. İşler de iyi gidince, 1979’da Diamond Nişantaşı açıldı. Onu 1993’te Akmerkez, 1999’da Suadiye mağazaları takip etti.
Gençler okusunlar ama tatillerde çalışsınlar
Mesleği, 13 yaşından beri içinde olarak öğrenmek mi daha iyi, yoksa okuluna giderek mi? Naci Şenocaklı, "Ben yaşadıklarımı tercih ederim" diyor: "Okusaydım bunları öğrenemezdim. Gençlere okumasınlar demiyorum, okusunlar ama tatillerde çalışsınlar. Hem ellerinde ikinci bir meslekleri olur. Bu işi yapmak istiyorlarsa, çıraklık yapmaları lazım. Şimdi tatil, hep gezeyim hep gezeyim demek olmaz. Ben çalışmaya 7 yaşında başladım, okurken bile tatillerde çalışıyordum."
Tasarımların çoğunu kendim yaparım
Yaptığım ürünlerin büyük çoğunluğu Osmanlı tarzı. Şimdi ismini hatırlayamayacağım ünlü bir Amerikalı demiş ki, bir tasarımcı ancak kendi ülkesini temsil eden motifleri yaparsa başarılı olur. Ben de onun için, tabii ki modern şeyler de yapıyoruz ama, Osmanlı tarzı tasarımlara ağırlık veriyorum. Çok tutuluyor. Bu arada tabii çok taklidimiz oluyor ama bizim farkımız var. Benim 43 yıllık bir deneyimim var, ben kendim ustayım. Tasarımların büyük bir çoğunluğunu ben kendim yapıyorum. Özellikle Osmanlı koleksiyonunun yüzde 80’i benimdir.

Gaye GÜZELAY/Hürriyet İK

0 yorum: